HZ. HIZIR ALEYHİSSELAM ve HAYATI (CANLI OLARAK DÜNYA İNSANLARINA HAK HİZMETİNDEDİR)
  • PEYGAMBERLER ve HAYATLARI

HZ. HIZIR ALEYHİSSELAM ve HAYATI (CANLI OLARAK DÜNYA İNSANLARINA HAK HİZMETİNDEDİR)

HZ. HIZIR A.S. ın HAYATI KERAMETLERİ VE DÜNYA İNSANLARINA ALLAH TARAFINDAN GAİP ALEMİNDE GÖREVLİ BİR KURTARICI HAKKIDAKİ BİLGİLER.

            Hz. Hızır`ın Dini Bayramı aslında her yıl 6 Mayıs`da yapılması gerekirken neden Şubat ayında yapılmaktadır.Revzatül Ahbab kaynağında, Pir Hacı Bektaşi Veli bir gece ruyasında bir bozatlı yı görür ve kimsiniz sorduğunda, ben Bozatlı Hızır dedikleri benim pir`in bu ruyası üzerine , Pir bir Kurban kesip Dergahda bir Cem birlemesini yapar ve pirin bu tarihte Hz. Hızır`a Cem yapması  İçanadolu ve Doğu Anadolu kalkına bir vesile olur ve yaz aylarında yoğun işlerin oluşu biraz sıkıntılı görülerek, Şubat ayında toplumun bir arada olması daha uygun olacağı kanısıyla günümüze dek Hz. Hızır Bayramı her yıl Rumi hesapla Ocak ayı biter ve Şubatın İlk haftasına rastlayan ilk cuma günü yapılmaktadır.

             Bu yıl Hz. Hızır Bayramı 10,11,12 Şubat 2014 Pazartesi,Salı ve Çarşamba  Üç gün oruç tutulur .Perşembe  günü Arife günü olup, Kurbanlar Kesilir,Lokmalar pişirilip, Yoksullara,Kimsesiz ve Yetimler,Hastalar,Yaşlılar ziyaret edilerek ,  lokmalar verilip yardım edilir.Perşembe akşamı Cuma gecesi Dergahlarda, Dede Evlerinde, Cem Evlerinde, ve bunların bulunmadığı bölgelerde arzu eden Talip,Mühip ve her inanan insan Hz. Hızır dini Bayramını toplanıp bir evdede veya her insan kendi evinde de Cem Zikir ve İbadetini inandığı şekilde  Hz. Hızır`ı vesile ederek Allahdan  dileğini isterler ve Hz. Hızır`ın Dini bayramından bir Cuma önce ve bir cuma sonra Müsaipler ve Kirveler birbirlerini ziyaret ederler buna İkrar ziyareti derler önemli ve kutsal bir ziyaret olarak kabül edilir. Hz. Hızır`ın dini Bayramında kesinlıkle Eğlence yapılmaz ve İçki içilmez.

                 Hz. Hızır`ın Doğumu ve Ölümüyle ilgili elimizde rivayeten başka bir bilgi bulunmamaktadır.Ancak  Kuran`ı Kerimde Hz. Musa ile yolculuğu ve mucizeleri mevcut  aşağıda araştırmalarımız  anlatılmaktadır.

          Kur’an-ı Kerim’i tefsir eden müfessirler Hz Hızır as’ın ismi hakkında değişik rivayetler nakletmektedir.
          Bazı rivayetlere göre Hz Hızır as’ın asıl ismi ‘’Ermiya’’dır. Bazı rivayetlere göre ‘’el-Yesa’’dır. Bazı rivayetlere göre de ‘Belya’’dır.
          Yine rivayetlere göre Hz Hızır as’ın ayağını bastığı her taştan ve kuru topraktan yemyeşil bitkilerin ve çimenlerin çıkmasından dolayı o anlama gelen ‘’ Hızır’’ adını almıştır. Bazı rivayetlere göre de; Hz Hızır as bir gün bir taşın üzerinde oturuyordu. Taşın üzerinden kalkınca taş yürümeye başladı. İşte bu nedenle de ‘’canlılık veren’’ anlamına gelen ‘’ Hızır’’ adını almış oldu.

           Hz Hızır ‘ın ne zaman yaşadığı ve hangi soydan olduğu ve yine peygamber olup olmadığı hakkında değişik rivayetler vardır. Bazı rivayetlere göre peygamber değildir. Bazı rivayetlere göre de İsrailoğullarına gönderinle bir peygamberdir.
          Bazı rivayetlere göre Hz Nuh as zamanında yaşamıştı ve onun gemisine binenlerden biriydi. Bu rivayetlere göre Hz Hızır as, Hz Nuh’un evlatlarındandı ve yine bu rivayetlere göre Hz Hızır’ın adı ve soyu şöyledir: Tayla b. Melkan b. Amir b. Efrahşad b. Sam b. Nuh’dur.
           Bir gün Hz Nuh as yanındakilere: ‘’ Kim Hindistan’a gidip Serendip adasından Adem ve Havva’nın cesetlerini bana getirebilir ki, ben onun hakkında ömrünün uzun olması için dua edeyim’’ diye buyurdu. Hz Hızır as hemen ayağa katlı:’’ Ey Allah’ın elçisi, ben getirebilrim’’ diye söyledi. Hz Nuh as da Hz Hızır için dua etti. Hz Hızır da Adem ile Havva’nın cesetlerini getirmek için yola koyuldu. Hindistana vardı, Serendip adasına gitti. Hz Adem ile Havva’nın cesetlerini alıp Hz Nuh as’a getirdi. Yüce Allah da Hz Nuh’un duasını kabul edip ona çok uzun bir ömür verdi.
          Hz Hızır as her zaman Mağrib denizi adalarında yaşayıp Rabbi’ne ibadet ve zikir ile meşgul oluyordu. Büyük İskender devri olunca, İskender’in yanına varması emrolundu. Hemen kalkıp İskender’i Zülkarneyn’in yanına gitti. Onun yaşadığı bölgeye, o da yerleşip orada yaşamaya başladı. Hz İskender’i Zülkarneyn bütün dünyayı kendi hâkimiyeti altına aldığında, Hz Hızır onunla beraberdi. İskender’i Zülkarneyn batıda zulümatın bulunduğunu ve o zulümatta da Abı Hayat’ın olduğu haberini alınca batıya hareket etti. Hz Hızır’ı da bir miktar asker ile öncü olarak gönderdi. Hz Hızır hayat suyunu buldu ve ondan bir miktar içti. İşte bundan dolayı hayatta kalmak ona nasip oldu, İskender’e nasip olmadı.
          Bir diğer rivayete göre de Hz Hızır as, Hz Musa as’ın akrabalarındandı. İsrailoğulları içerisinde bir peygamberdi. Hayat suyunu bulup içti ve kıyamete kadar da hayatta kalmak ona nasip oldu.

           Hakkı Efendinin yazdığına göre; Hz Hızır as ashabı kehf ile birlikte, kıyamet yaklaştığında Hz Mehdi as’ın huzurunda ortaya çıkacak ve Hz Mehdi as’ı iman edecek, onun en yakın dostlarından ve askerlerinden biri olacaktır.
          Bir rivayet ise şöyle diyor: Hz Hızır as gençliğinden başlayarak, her an Allah’a ibadet eden bir kişiydi. Bu rivayete göre ona, ulu bir kişi olan babası: ‘’ Ya Hızır, seni evlendireyim, soyumuz çoğalsın.’’ Demişti. O ise ibadeti çok sevdiğinden: ‘’ Babamın bu sonu gelmez evlenme sözlerinden bıktım usandım. Bunlardan kurtulmak için memleket memleket gezeyim diyerek’’ Baba yurdundan ayrıldı. Allah’u Teâlâ da kendisini sevenleri mükâfatsız bırakmayacağı için ona hayat suyundan içirtti.
          Müminlerin inanışına göre Hz Hızır as, Allah’ın ihsanı ile sonsuza dek yaşayışa kavuşmuştur ve hala da aramız da yaşamaktadır. Hz İlyas’ın da ilelebet yaşayacağı nakledilmektedir.

           Hz Hızır’a  göre denizlerde sıkıntılar içinde kalanları ve boğulmak üzere olan müminlerin imdadına yetişip onları kurtarmaktır. Hz İlyas’ın göre ise karada yolunu kaybeden, aç ve  susuz kalan, sıkıntılar içerisinde olan müminlerin imdadına yetişip onları kurtarmaktır. Hz Hızır as, Hz İlyas as ile birlikte yılın hac günlerinden buluşurlar ve görüşmeler yaparlar. Hac da bunları görenler de olabilir. Bunları görmek, o kişiye mutluluk bağışlar.
          Hz Hızır hakkında diğer bir rivayet de Ali b. İbrahim’in tefsir kitabında Hz Cafer Sadık as’dan nakledilmektedir. Hazret şöyle buyurmuş:’’ Hızır, padişahlardan birinin oğluydu. Allah’a iman etmişti. Babasının odasında tenha bir köşeye çekilmiş, Rabbine ibadet ve zikir ile meşguldü. Babasının tek evladı idi. Bir gün babasının yakın dostları babasına, Hızır’ı evlendirmelerini söylediler. Böylece Hızır evlenecek, çocuğu olacak ve padişahlık kendisine geçecek, kendinden sonra da kendi oğluna intikal edilecekti. Bu durumdan da padişah babası çok mutlu olacaktı.

          Hz Hızır’ın babası yakın dostlarının bu fikrini çok beğendi. Hemen oğluna ve kendi soyuna uygun bir kız buldu. Düğün merasimi yaptıktan sonra oğlu Hızır’ı zifaf odasına gönderdi. Fakat Hızır as odasına gelen ve karısı olacak kıza asla ilgi duymadı. Böylece sabah oldu. İkinci gün olunca, Hz Hızır karısı olacak kıza şöyle dedi: ‘’Sana bir sır söylersem saklar mısın?’’ Kız: ‘’ Evet, saklarım’’ dedi. Hz Hızır as :’’ Babam, senin ile zifaf gecesi ilişki kurup kurmadığımı sorar ise, sen babama; evet, ilişki kurdu.’’ diye söyler misin? Kız evet, söylediğinin aynısını yaparım dedi.
          İkinci gün padişah, gelini olan kızı huzuruna çağırttı. Oğlunun kendisiyle ilgilenip ilgilenmediğini sordu. Kız da Hz Hızır’a söz verdiği için ilgilendiğini söyledi. Fakat orada bulunan padişahın yakınlarının bir kısmı padişaha: Kadınların kızı teftiş etmelerini ve böylece de ilişki kurulup kurulmadığını öğrenmelerini’’ istediklerini bildirdiler. Kadınlar da kızın durumunu teftiş ettiler, fakat kızın hala kız olarak kaldığını anladılar. Kadınlar durumu padişaha bildirdiler.   

            Padişah o kızı sarayından uzaklaştırdı ve ikinci bir kızla evlendirdi. Hz Hızır ikinci kıza da ilgi göstermedi. Hz Hızır kıza sana bir sır versem saklar mısın? Dedi. Kız saklarım dedi. Hz Hızır önceki kıza söylediklerini buna da söyledi. Padişah bu kızı da huzuruna çağırdı ve sordu. Kız, Hz Hızır’a verdi sözü tutmadı. Padişaha: ey hükümdar, senin oğlun da benim gibi bir kadındır. Kadının kadınla ilişki kurup çocuk doğurması mümkün mü? diye söyledi. Padişah bu söze çok öfkelendi ve o kızı derhal kapı dışarı etmelerini emretti. Üçüncü gün olunca, babalık duygusu Hz Hızır’ın babasını harekete geçirdi. Oğlunu görmek istedi. Fakat oğlunu odasında bulamadı.
          Yüce Allah sevdiği kulu Hz Hızır’a öylesine bir güç vermişti ki, istediği bir şeyi nasıl tasavvur ediyorduysa, o şey aynen öyle gerçekleşmiş olurd

            Hz. Mûsâ dönemınde yasamıs ve peygamber olması kuvvetle muhtemel, hıkmet ve ılım sahıbı bır sahsıyet.

 

         Kur`ân-ı Kerîm`de, Hızır (a.s.)`ın ısmınden açıkça bahsedılmez. Ancak Kehf Sûresı`nın 60-82. âyetlerınde yer alan Hz. Mûsâ ıle ılgılı kıssadan "Katımızdan kendısıne bır rahmet verdıgımız ve kendısıne ılım ögrettıgımız kullarımızdan bır kul..." (18/65) dıye sözü edılen sahsın Hızır (a.s.) oldugu anlasılmaktadır. Çünkü bızzat Peygamber Efendımızden gelen sahîh hadıslerde bu sahsın Hızır oldugu açıkça belırtılmıstır (bk. Buhârî, ılm 16, 44, Tefsîru`l-Kur`ân, Tefsîru Sûratı`l-Kehf 2-4; Müslım, Fedâıl 170-174).

 

 

          Bu rıvayetlere göre bır gün Hz. Mûsâ ısrâıl ogulları arasında vaaz ederken ona kendısınden daha hıkmet ve ılım sahıbı kımsenın olup olmadıgı sorulmustu. Hz. Musâ: "Hayır, yoktur!" dıye cevap verınce Cenâb-ı Hak bır vahıyle Hz. Mûsâ`yâ Mecme`u`l-Bahreyn`de (ıkı denızın kavusum yerınde) kullarından salıh bır kul olan el-Hadır (Hızır)`ın kendısınden daha âlım oldugunu bıldırdı. Bunun üzerıne Hz. Mûsâ hızmetınde bulunan genç bır delıkanlı ıle Hızır`ı bulmak üzere uzun bır yolculuga çıktı. ıkısı, ıkı denızın bırlestıgı yere ulasınca, yolculukta yemek üzere azık olarak yanlarına aldıkları balıklarını unutmuslardı ve balık bır delıkten kayıp denızı boylamıstı. Hz. Mûsâ oradan bır süre uzaklastıktan sonra yemek ıçın delıkanlıdan balıgı çıkarmasını ıstedıgı zaman balıgın denıze dalıp kayboldugunu fârkettıler. Hz. Mûsâ`nın Hızır`ı bulmasının alâmetı, bu balıgın kaybolması oldugundan derhal oraya gerı döndüler ve orada Hızır (a.s.)`ı buldular. Bundan sonra Hz. Mûsâ`nın Hızır ıle, Kehf Sûresı 66-82. âyetlerınde anlatılan yolculugu basladı.

 

          Hz. Mûsâ`nın yolculugunda azık olarak tasıdıgı balıgın Mecme`u`l-Bahreyn`de denıze dalıp kaybolması, bazı rıvayetlerde ve çesıtlı ıslâm mılletlerının folklorunda, bu arada Türk folklorunda da bu suyun âb-ı hayat oldugu, ölülerı bıle canlandıran, ıçenlerı ölümsüzlestıren bır hayat ıksırı oldugu seklınde ızah olunmus, burada balıgın canlanıp denıze dalması meselesınde bır peygamberın hayatının ve Cenâb-ı Hakk`ın kudretının söz konusu oldugu unutulmustur. Buna baglı olarak, Mecme`u`l-Bahreyn bölgesınde yasayan bırısı olarak Hızır (a.s.)`a da ölümsüzlük ısnâd edılmıs ve kendısıne beser üstü güçler ve yetkıler verılmıstır.

 

           Hızır aleyhısselâma verılen ılmın mahıyetını anlayabılmek ıçın Musa (a.s.) ıle olan yolculugunu Kur`ân-ı Kerîm kısaca söyle anlatır: Hızır (a.s.), yolculukta karsılasacakları olaylara Musa peygamberın sabredemeyecegını kendısıne hatırlatmıs ve O`ndan sabır ıçın söz almıstır (el-Kehf,18/66-70). Önce denız sahılınde, yolculuk ıçın bır gemıye bınmıslerdı. Hızır (a.s.) bır balta ıle gemıyı delınce kaptan tamır ıçın gerı dönmek zorunda kalmıstır. Musa (a.s.) sabredemeyıp söyle demıstır: "Gemıyı, yolcularını bogmak ıçın mı deldın? Dogrusu çok kötü bır ıs yaptın" (el-Kehf; 18/71). Yolculugun sonunda, ılk bakısta görünmeyen ve perde arkası bılgı nıtelıgındekı sebebı Hızır (a.s.) söyle belırtır: "O, deldıgım gemı, denızde çalısan bırkaç yoksulundu. Onu kusurlu yapmak ıstedım. Çünkü gemı yolculuga devam ederse, ılerıde her saglam gemıye el koyan bır kral (denız korsanları) vardır" (el-Kehf, 18/79). Yolculuk sırasında, dıger çocuklarla oynamakta olan bır çocugu öldürdü. Musa (a.s.): "Kısas olmadan, masum bır cana nasıl kıyarsın? Dogrusu çok kötü bır ıs yaptım, dedı" (el-Kehf,18/74). Küçük çocugun bu erken yasta vefat ettırılme sebebı Hızır (a.s.) tarafından söyle açıklandı: "Öldürdügüm erkek çocuga gelınce; onun anne ve babası mü`mın kımselerdı. ılerıde onları ısyan ve ınkâra sürüklemesınden korktuk ıstedık kı, Rablerı bu ölen çocuk yerıne kendılerıne ondan daha temız ve daha merhametlı bırını versın" (el-Kehf, 18/80,81). Burada Cenâbı Hak`kın, anne-babanın hayırlı kımseler olması sebebıyle, ılerıde kendılerını üzecek, büyük sıkıntılara sokacak bır çocugu erken yasta vefat ettırıp, onun yerıne daha hayırlı bır evladın verılmesının, gerçekte o aıle ıçın " hayır" olduguna ısaret edılıyor.

 

           Yolculugun üçüncü merhalesı Kur`an`da söyle anlatılır: "Musa ve salıh kul yollarına devam ettıler. Sonunda bır köye varıp, halkından yıyecek ıstedıler. Halk ıse onları mısafır etmek ıstemedı. Musa ve salıh kul, orada yıkılmak üzere olan bır duvar gördüler, Salıh kul hemen onu dogrultuverdı. Bunun üzerıne Musa: "ısteseydın buna karsılık bır ücret alırdın, dedı. Salıh kul söyle dedı: ıste bu senınle benım aramızın ayrılması demektır. Sabredemedıgın seylerın ıçyüzünü sana anlatacagım" (el-Kehf, 18/77,78). Evı, ücretsız tamır etmesını salıh kul (hızır) söyle açıklar: "Bu ev, sehırde ıkı yetım çocugun ıdı. Duvarın altında kendılerıne aıt bır hazıne vardı. Bunların babaları salıh bır kımseydı. Rabbın, onların rüstlerıne erıp, hazınelerını bızzat kendılerının çıkarmalarını ıstedı. Bu Rabbınden bır rahmettır. Ben bunları kendılıgımden degıl, Allâh`ın emrıyle yaptım. ıste, sabredemedıgın seylerın ıçyüzü budur" (Kehf 18/82).

 

            Hızır Aleyhisselam, İslam alimlerinin büyük çoğunluğunun görüşlerine göre peygamber olması kuvvetle muhtemel olan, hikmet ve ilim sahibi mübarek bir şahıstır. “İlm-i ledün” ilmine sahiptir. “İlm-i ledün”, bir başka ifadeyle “ilm-i batın”, Allah’ın seçtiği kişilere vermiş olduğu özel bir ilimdir. Bu ilme sahip kişiler de, Allah’ın verdiği ilham ile gaybın bilgisine sahip olan özel kişilerdir. Rabbimiz’in takdir ettiği kadarıyla, olayların gidişatını ve gelecekteki sonuçlarını önceden bilir, buna göre hareket ederler.

          Kehf Suresi’nin 65. ayetinde “Katımızdan kendisine bir rahmet verdiğimiz ve tarafımızdan kendisine bir ilim öğrettiğimiz kullarımızdan bir kul…” şeklinde bildirilen kişinin Hz. Hızır olduğu konusunda tüm Ehl-i Sünnet alimleri hemfikirdir. Kuran-ı Kerim’de Hz. Musa’nın Hz. Hızır ile buluştuğu, kendisiyle beraber bir yolculuğa çıktığı, Rabbimiz’in Hz. Hızır’a vahyettiği ilimden faydalanmak istediği bildirilmiştir.
          Hz. Hızır’ın, Hz. Musa ile olan yolculuğu dışında hadis-i şeriflerde de Hz. Hızır hakkında aktarılmış pek çok sahih (sağlam, güvenilir) bilgi bulunmaktadır. İslam tarihi boyunca Hz. Hızır ile ilgili en çok tartışılan konulardan biri, Hz. Hızır’ın hayatta olup olmadığıdır. Hadislerde yer alan bilgilere ve büyük İslam alimlerinin yorumlarına göre Hz. Hızır hayattadır.
.
          Örneğin İbn-i Kesir, Hz. Hızır’ın hayatta olduğunu şu şekilde ifade etmektedir: Hızır (a.s)’ın şimdi de hayatta olduğu hakkında cumhurun (alimlerin çoğunluğunun) ittifakı vardır. Bu davaya da vaki olmuş (gerçekleşmiş) birçok haber ve rivayet ve hadiseleri naklederek şahid göstermişlerdir. (El-Bidaye Ve-n Nihaye, 1/328)

           Kuran’da Hz. Hızır Kıssası

           Kuran-ı Kerim’de, Hz. Musa ile Hz. Hızır’ın yolculuğu detaylı olarak bildirilmiş, Hz. Hızır’ın Allah’tan bir nimet olarak sahip olduğu “İlm-i ledün” ve bu ilimle verdiği hikmetli kararlar açıklanmıştır. Konuyla ilgili bir ayet şu şekildedir:
          Derken, Katımızdan kendisine bir rahmet verdiğimiz ve tarafımızdan kendisine bir ilim öğrettiğimiz kullarımızdan bir kulu buldular. (Kehf Suresi, 65)
           Kehf Suresi’nin bundan önceki ayetlerinde, Hz. Musa’nın bir yardımcısıyla birlikte yaptığı yolculuk bildirilmektedir. Bu ayette Hz. Musa ve yardımcısının Hz. Hızır ile karşılaştıkları bildirilmektedir. Hz. Hızır Allah’ın kendisine rahmet verdiği bir kişidir. Yüce Allah’ın Rahman ve Rahim sıfatı Hz. Hızır üzerinde tecelli etmektedir. Allah, Hz. Hızır’a Kendi Katından üstün bir ilim vermiş ve onu üstün bir kul kılmıştır.
          Musa ona dedi ki: “Doğru yol (rüşd) olarak sana öğretilenden bana öğretmen için sana tabi olabilir miyim?” (Kehf Suresi, 66)
          Ayetlerde yer alan bilgilerden, Hz. Musa’nın buluşacağı bu kutlu kişi hakkında daha önceden vahiy ile detaylı bilgi aldığı anlaşılmaktadır. (Allahu alem) Söz konusu durumu ortaya koyan pek çok delil vardır. Örneğin Hz. Musa, bulunduğu yere göre oldukça uzak olmasına rağmen buluşacağı yere gitmek için bir çaba sarf etmiştir. Çünkü orada buluşacağı kişinin kendisine çok fazla fayda vereceğine emindir. Bunun herhangi bir buluşma olmadığını, çok özel bir buluşma olduğunu bilmektedir. O nedenle her türlü zorluğu göze almakta, uzun bir yol katetmektedir.
Ayrıca Hz. Musa, buluşur buluşmaz karşısındaki kişiyi hemen tanımış, onun üstün ahlakını ve ilmini fark etmiş ve kendisine tabi olmayı talep etmiştir. Bu da karşısındaki kişinin ilim öğretilen, kutlu bir kişi olduğunun kendisine önceden bildirilmiş olabileceğini göstermektedir. (En doğrusunu Allah bilir.)
          Buluşacağı bu kişinin doğru yolda olan ve doğru yola ileten bir kişi olduğu, bu kişiye tabi olması gerektiği ve ondan bilgi öğrenmesi gerektiği Hz. Musa’ya vahiy yoluyla bildirilmiş olabilir. (En doğrusunu Allah bilir.) Üstelik ondan aldığı bu bilgi ve ilim ile Hz. Musa’nın doğru yola ulaşacağını da bildiği anlaşılmaktadır. Bu nedenle de o şahsı gördüğünde, ona tabi olmak istediğini hemen söylemiştir.
          Dedi ki: “Gerçekten sen, benimle birlikte olma sabrını göstermeye güç yetiremezsin.” (Kehf Suresi, 67)
          Ayetlerde bildirildiğine göre, Hz. Hızır da Hz. Musa hakkında detaylı bilgiye sahiptir. (Allahu Alem) Üstelik konuşmalarından, Hz. Hızır’ın geleceğe dair bilgilere de Allah’ın bildirmesiyle sahip olduğu anlaşılmaktadır.
          Hz. Hızır, Hz. Musa’nın talebini dinledikten sonra, öncelikle ona kendisiyle birlikte olmaya sabır gösteremeyeceğini söylemiştir. Daha hiçbir olay olmadan, Hz. Musa’nın nasıl bir tavır göstereceğini bilmeden ve görmeden Hz. Hızır’ın böyle bir açıklamada bulunması çok dikkat çekicidir. Bunun nedeni ise Rabbimiz’in bir lütfu olarak Hz. Hızır’ın geleceği bilmesidir. (En doğrusunu Allah bilir.)
          Bu bilginin Hz. Hızır tarafından bilinmesi, herolayın Allah’ın dilemesiyle gerçekleştiğine de bir işaret niteliğindedir. Çünkü Allah, gelecek hakkındaki bilgiyi ancak dilediği kullarına, dilediği kadarıyla vermektedir. Hz. Hızır’ın gelecekten haber vermesi de ancak Allah’ın takdiriyle mümkündür. Kuran’ın çeşitli ayetlerinde bildirildiği gibi, Allah kullarından dilediğine gaybın haberlerini verebilir.
          Hz. Musa’nın, kıssanın sonraki bölümlerinde karşılaşacağı olaylar çoktan sonuçlanmıştır ve Allah Katında her anıyla bilinmektedir. Yaşayacağı olaylar, Hz. Musa’nın kaderinde yazılmıştır. Bu da insanın, Allah’ın kaderinde takdir ettiği dışında hiçbir şey yaşayamayacağına açık bir delildir.      
          Müminlerin, bu ilmi kavramış, Allah’a ve kadere teslim olmuş, mütevekkil kişiler olması gerektiği ayetlerde şu şekilde bildirilir:
De ki: “Allah’ın dilemesi dışında, kendim için zarardan ve yarardan (hiçbir şeye) malik değilim. Her ümmetin bir eceli vardır. Onların ecelleri gelince, artık ne bir saat ertelenebilirler, ne öne alınabilirler. (Yunus Suresi, 49)
           (Böyleyken) “Özünü kavramaya kuşatıcı olamadığın şeye nasıl sabredebilirsin?” (Kehf Suresi, 68)
            İnsanın gün içinde başına pek çok olay gelir. Zorluklarla, sıkıntı verici durumlarla, neşe ve huzur veren olaylarla karşılaşır. Ancak insanların büyük bir bölümü Allah’ın varlığını ve her olayın Allah Katında bir kader üzere belirlendiğini düşünmedikleri için, başlarına gelen olayları şans ya da tesadüf gibi gerçek dışı kavramlarla açıklamaya çalışırlar. Bu da olup bitenlere hayır gözüyle bakmalarını, yaşadıklarından hikmetli sonuçlar çıkarabilmelerini engeller. Bu nedenle de sürekli sıkıntıya, üzüntüye düşer, mutsuz olurlar. Bu, iman edenlerle iman etmeyen kişiler arasındaki çok büyük bir farktır. Çünkü iman edenler her olayın Allah’ın dilemesiyle ve çok büyük bir hayırla yaratıldığının bilincindedirler.
          Unutmamak gerekir ki, Allah sonsuz, insan ise sınırlı bir akla sahiptir. İnsan ancak olayların görünen kısmı ile muhatap olabilmekte ve ancak kendi anlayışı ile bu olayları değerlendirebilmektedir. Bazı insanlar sınırlı bilgi ve anlayışı ile kimi zaman hayır ve güzellik olan bir olayı olumsuz, kötü bir olayı ise olumlu ve hayırlı olarak nitelendirebilmektedirler. Bu durumda doğruları görebilmek için iman eden bir insanın yapması gereken şey, Allah’ın sonsuz akıl ve bilgisine teslim olarak, her olaya hayır gözüyle bakmaktır. Çünkü olumsuz gibi görünen her olay da iman eden bir insan için gerçekte bir “kader dersi”dir. Nitekim Allah bir Kuran ayetinde şöyle bildirmiştir:
…       Olur ki hoşunuza gitmeyen bir şey, sizin için hayırlıdır ve olur ki, sevdiğiniz şey de sizin için bir şerdir. Allah bilir de siz bilmezsiniz. (Bakara Suresi, 216)
(Musa) “İnşaAllah, beni sabreden (biri olarak) bulacaksın. Hiçbir işte sana karşı gelmeyeceğim” dedi. (Kehf Suresi, 69)
          Ayette görüldüğü üzere, Hz. Musa, Hz. Hızır’ın söylediği sözler karşısında hemen Müslümanca bir tavır göstermekte ve “İnşaAllah” -yani “eğer Allah dilerse”- şeklinde cevap vermektedir. Bu kelime, müminlerin Allah’a olan teslimiyetlerinin, kaderin her an işlediğini bildiklerinin, Allah dilemedikçe hiçbir şeye güç yetiremeyeceklerinin farkında olduklarının bir ifadesidir.
          Kehf Suresi’nin 23 ve 24. ayetlerinde bildirildiği gibi, hiçbir şey için “bunu yarın mutlaka yapacağım” dememek, “Allah dilerse (inşaAllah)” demek Allah’ın bir emridir.
Hz. Musa’nın bu cevabıyla Allah, Müslümanların bir işe başlamadan, bir karar vermeden, ertesi gün için bir plan yapmadan önce mutlaka “inşaAllah” demelerinin önemini bildirmektedir. Çünkü insana o işi gerçekleştirme gücünü ve becerisini veren de, sonuçta başarıya ulaştıracak olan da yalnızca Allah’tır.
           Müslümanların bu çok önemli gerçeği bir an bile akıllarından çıkarmamaları, kainattaki her olayın herşeyden haberdar olan Allah’ın kontrolünde ve bilgisinde olduğunu unutmamaları gerekmektedir.
          Dedi ki: “Eğer bana uyacak olursan, hiçbir şey hakkında bana soru sorma, ben sana öğütle-anlatıp söz edinceye kadar.” (Kehf Suresi, 70)
          Hz. Musa ve Hz. Hızır kıssası ile peygambere ve elçilere uymanın önemine bir kez daha dikkat çekilmektedir. Bu tabiyet esnasında müminlerin titiz bir saygı göstermeye ehemmiyet vermeleri gerekmektedir. Ayetlerde elçilere itaatin önemi şu şekilde bildirilmektedir:
          Kim Resule itaat ederse, gerçekte Allah’a itaat etmiş olur. Kim de yüz çevirirse, Biz seni onların üzerine koruyucu göndermedik. (Nisa Suresi, 80)
Allah’a ve elçisine itaat edin, ki merhamet olunasınız. (Al-i İmran Suresi, 132)
           Müminler, elçiye itaat ederken aslında Rabbimiz’e itaat ettiklerini bilmeli, elçilerin aldıkları her kararı, yaptıkları her işi hayır ve hikmet gözüyle değerlendirmeli ve onlara gönülden tabi olmalıdırlar.
          Nitekim Hz. Musa ve Hz. Hızır kıssasındaki ayetlerde de tabi olunan kişinin gerekli gördüğü zaman yaptığı işlerin, aldığı kararların ve söylediği sözlerin hikmetini öğütle açıklayacağı bildirilmektedir. Örneğin Kehf Suresi’nin bu ayetinde, Hz. Hızır’ın “ben sana öğütle-anlatıp söz edinceye kadar” dediği belirtilerek, Hz. Musa’ya karşılaştığı olayların hikmetinin açıklanacağı bildirilmiştir.
          Böylece ikisi yola koyuldu. Nitekim bir gemiye binince, o bunu (gemiyi) deliverdi. (Musa) Dedi ki: “İçindekilerini batırmak için mi onu deldin? Andolsun, sen şaşırtıcı bir iş yaptın.” (Kehf Suresi, 71)
          Kehf Suresi’nin bu ayetinden, Hz. Musa’nın Hz. Hızır ile olan yolculuğu sırasında yanına genç arkadaşını almadığı anlaşılmaktadır. Bu seçimin pek çok hikmeti olabilir. Ancak bunlardan biri, ikili eğitimin önemine işaret etmesidir. (Allahu Alem)
          Gerçekten de ikili eğitim, olabilecek en iyi eğitim şeklidir. Kalabalık bir topluluk içindeyken insanların konsantrasyonlarının dağıldığı, dikkatlerini toplamakta zorlandıkları bilinen bir gerçektir.     
  
           Hizir Aleyhisselam Ve Hidirellez 

           Miladi takvimle 6 Mayıs günü Hıdırellez’dir. Hızır günleri yani yaz mevsiminin başlangıcı sayılan 6 Mayıs günü, Rumî senede Nisan ayının yirmi üçüncü gününe rast gelir.

            Bilindiği üzere Rumî takvimde yıl, Hızır ve Kasım (yaz ve kış) günleri olarak ikiye ayrılır. Mayıs ayının 6’sında Hızır ile yaz başlar, 186 gün sürer. Kasım ayının 8′ine kadar devam eder ve bundan sonra kış başlar. 179 gün sürer. Şubat’ın 29 çektiği artık yıllarda ise 180 gün olur.

              Hıdırellez denmesinin sebebi; çeşitli dini kaynaklarda Mûsâ aleyhisselâmın ümmetinden bir velî veya peygamber olduğu bildirilen ve Kur’ân-ı Kerîm’de, “Kullarımızdan bir kul…” (1) diye anılan Hızır‘ın (Hıdır) kurak bir yerde oturması ile o yerin yeşerip dalgalanmaya başladığı, hadîs-i şerîfte bildirilmiştir. Bu sebeple yaz başlangıcında ortalığın yeşermeğe başladığı güne yeşil mânâsına gelen Hıdır günü, yine bu günde Hıdır ile İlyâs‘ın (aleyhimesselâm) buluştukları rivâyeti sebebiyle de Hıdırellez denmiştir.

             Dinî kaynaklarımız, Hz. Hızır ve Hz. İlyâs’ın Allah Teâlâ’nın sevgili kullarından olduğunu haber vermekle beraber onlar adına mukaddes bir günün varlığını bildirmemektedir. Hıdırellez gününün İslâm’da dînî bir hüviyeti ve kudsiyeti BÜYÜKTÜR. O bakımdan gerek Şubat ayında ve 6 Mayıs’ta dinimizin tasvip etmediği tarzda kutlamalarda bulunmak, eğlenmek doğru değil ve yasakdır.