“İLİM BİR NOKTA İDİ, CAHİLLER ONU ÇOĞALTTILAR”
  • İmam Ali

“İLİM BİR NOKTA İDİ, CAHİLLER ONU ÇOĞALTTILAR”

İşte billur kıvamında bir beyan, işte İmam Ali’nin damgasını taşıyan ilahi bir hikmet! Hiç mübalağasız, hakkında ciltler dolusu kitap yazılacak bir cümledir bu. “İlim bir nokta idi, cahiller onu çoğalttılar!”Yaratılışın sırrı bundan daha iyi ifade edilemez, bu tür cevher ancak “ilim şehrinin kapısı”nın ağzından ortalığa saçılabilir!

Bu yargının en önemli yanı, vahdet-i vücuda (vücut birliği) yaptığı vurgudur. Cahiller, yani tek’in Gerçek, çok’un illüzyon olduğunu anlamayanlar, onu parçalara bölüp kendi varlıklarını abartma eğilimindedir, yaratılış ormanına bakıp her varlığa hayran olur, ama varlığı varlık yapan gizli özü göremezler! Yaratılış o denli çeşitli, o denli albenilidir ki, hemen her zaman Yaradan’ı gözlerden gizler. Ancak İmam Ali çapında bir ermiş o çokluğun ardındaki Gerçeği temaşa edebilir ve ilmin (Tanrı’nın) bir “nokta” olduğunu söyleyebilir. Bu nokta o kadar engindir ki, gelmiş geçmiş tüm yaratılışları kuşatır!

Söz konusu cümleyi anlamakta zorlanan bazı sahabiler, nokta’nın ne anlama geldiğini İmam Ali’ye sormuş, şu yanıtı almışlardır: “Kainatın tüm sırları kutsal kitaplardadır, kutsal kitapların sırrı Kuran’dadır, Kuran’ın sırrı Fatiha suresindedir, Fatiha’nın sırrı Bismillah’tadır, Bismillah’ın sırrı başındaki be harfindedir, be harfinin sırrı ise altındaki noktadadır, işte o nokta benim!”Bazıları bu açıklamanın iyi örtülmüş bir “Tanrılık iddiası” olduğundan emindir! Ama biz o kanıda değiliz, kainatın sırlarının kutsal kitaplardan be’nin altındaki noktaya kadar süzülüp gelmesi, Şah-ı Velayet’in mikrokozmos’a gönderme yapmasından başka bir şey değildir, çünkü mikrokozmos (insan), makrokozmosun (kainatın) tüm sırlarını içinde barındırır. Kısaca, yukarda nasılsa aşağıda da öyledir, yani Tanrı tüm ilmini hem en büyük parçaya (kainata), hem de en küçük parçaya (insana) aynı özenle yerleştirmiştir! Başka bir deyişle, Tanrının ilmi insanda tecelli eder, çünkü insan yeryüzüne gönderilmiş halifedir, yani Tanrısallığa ilişkin tüm bilgiyi sinesinde toplayan varlıktır. Bu yüzden, İmam Ali’nin ustaca “Tanrılık iddiasında” bulunduğunu söylemek, ona söylemediği bir şeyi zorla söyletmekten başka bir anlam taşımaz. Kendisi de sağlığında bu haksız isnatlardan yakınmış, şöyle demiştir: “Benim yüzümden helak olacak iki tür insan var. Beni sevmede aşırı ileri gidenler ve beni yermede aşırı ileri gidenler.”Tanrılık iddiası, onu sevmede aşırı ileri gidenlerin marifetidir! “Ben Tanrıyım” demekle,“Tanrının tüm ilmi bende tecelli etmiştir, çünkü ben Tanrının halifesiyim” demek arasında dağlar kadar fark olduğunu insaf sahibi her insan bilir.

Öyleyse nokta, tüm varlığın vücut bulduğu ezeli ve ebedi cevherdir. Tanrının Zat mertebesi, yani yaratılıştan önceki “Hiçlik” tir. Orada bırakın varlığı, varlığın düşüncesi bile yoktur, henüz evrenler yaratılmamış, yani zıtlar alemi tezahür etmemiştir. Kısaca, Tanrının kendi içinde sadece kendini “bildiği” bir Tek’lik halidir, işte İmam Ali’nin sözünü ettiği nokta bu Tek’liktir. Varlık alemi noktanın, yani Tek’liğin kendini açığa vurmasından, daha doğrusu tezahür etmesinden meydana gelmiştir. Noktayı çoğaltan cahil ise, varlığın fışkırdığı noktayı (Tekliği) değil, noktadan fışkıran çokluğu görür, sanki onların noktadan bağımsız bir vücudu varmış gibi! Nokta olmasa varlığın da olamayacağını idrak edemez, yaratılış ormanında yitip gider! Gözlerini noktaya değil de, noktadan tezahür eden nesnelere dikenlerin körlükleri ölünceye kadar devam eder. Geçici binekleri (bedenleri) üstünde anlamsızca koşuştururlar, ama eninde sonunda Hiç’liğe, yani herşeye vücut veren “nokta” ya dönerler.

Sıradan insanın, vücutların gerisindeki “Vücudu” görmesi zordur, zaten o yüzden cehaleti kalıcıdır, o yüzden dünya denen oyuncak ona sevimli gelir! Ta ki Azrail tırpanı vuruncaya, değersiz bedeninin varla yok arasında salınan bir illüzyon olduğunu anlayıncaya kadar! Gerçek insan ise, İmam Ali gibi “nokta”nın anlamını kavrayabilen, yani ölmeden önce ölen insandır.