İmam Ali üzerine yaptığımız değerlendirmelerde, İmam Alinin “bilindikçe, tanındıkça, derinlemesine incelendikçe sevileceği” tespitini yapmıştık. Bu tespitten hareketle bilgimiz ölçüsünce İmam Ali'ye ait bazı sözleri anlamlandırmaya çalışacağız. Hemen ilave edelim ki İmam Ali'yi en mükemmel, eksiksiz, bütün olarak anlatmaya değil bizlerin, hiç bir insanın gücü yetmez. Herkes ancak anladığı, bildiği, kavradığı kadarıyla İmam Ali'yi anlatabilir.
İmam Ali bir rehberdir, önderdir, kılavuzdur, inanandır, dava insandır, iyi bir baba, örnek bir eştir... Daha bir çok meziyeti olan, anlamlı yaşamın sahibi, uygulayıcısı, yol gösterici yüce bir şahsiyettir. İnanç boyutuyla da İmam Ali elbette ki önemlidir. Ancak bizler bu çalışmayla, inanç yönü olmakla beraber daha çok diğer yönleriyle onu anlamaya çalışacağız. Onun sözleri doğrultusunda bir kez daha hayatımızı sorgulayıp, doğru bildiklerimizi gözden geçireceğiz.
Cimrilik utançtır; korkaklık eksiliktir; fakirlik, insanı haklılığını dile getiremez kılar; yoksul, kendi öz vatanında gariptir.(1)
İmam Ali'nin bütün hikmetli sözlerinde olduğu gibi bu hikmetli sözlerinde de birden fazla hayati dersler var. En başta cimriliği utanç verici olarak değerlendiriyor. Maddiyatın amaç olmadığı, araç olduğunu dile getiriyor ve korkaklığı da eksiklik olarak değerlendiriyor İmam Ali. Okuyanlara/dinleyenlere ilk başta şaşırtıcı gelen ve zıtlıkmış gibi algılanan, cimriliğin mahkum ediliyor olması ve hemen ardından fakirliğin, yoksulluğun ne kadar kötü olduğuna vurgu yapılıyor olması İmam Ali'nin olaylara/olgulara yaklaşımının bildik yaklaşımlardan ne kadar farklı olduğunun göstergesidir. Bir yandan cimriliği utanç olarak değerlendirirken diğer yandan fakirliğinde ne kadar olumsuz olduğunu, fakir insanın haklıyken fakirliğinden dolayı haksız duruma kolayca düşebileceğini anlatıyor. Bu bir çelişki değil. İlk başta çelişki gibi algılansa da özde bütünlüklü bir durumdur. Fakirlik, yoksulluk, beş parasızlık anlatılmayacak derecede kötü bir durumdur. İmam Ali'nin deyimiyle kendi yurdundayken gurbetliği yaşamaktır. Fakirlik bu denli acımasız bir kötülükken cimrilik de en az onun kadar kötüdür. Cimrilik, paranın, maddiyatın esiri olmaktır. Dünyaya, yaşama bu eksende bakmaktır. Bütün ilişkilere maddi çıkar çerçevesinde yaklaşmaktır. Bizlerinde buradan çıkardığı ders; maddiyat araçtır maddiyat amaç değildir. Paylaşmamak, cimrilik benciliktir, utanılması gereken bir durumdur. Ancak bu demek değildir ki bir lokma bir hırka yaşayacağız. Hayır, maddi imkanlarımızı mümkün mertebe mevcut şartlar içinde en iyi yere getireceğiz. Getirmede amacımız asla başkalarını küçük görmek, aşağılamak, maddi gücümüzden dolayı imtiyaz elde etmek değildir. amacımız, toplumumuzun şahsında insanlığa maddi gücümüzle de manevi gücümüzde olduğu gibi hizmet etmektir.
İlim, çok değerli bir mirastır. Edep, sürekli yenilenen/tazelenen bir elbisedir. Düşünce, saf/berrak bir aynadır.(2)
İlim bilgidir. Bilgi en değerli birikimdir. Maddi manada miras sahibi olabilir insan. Ancak bu miras çabuk kaybedilebilinir de. Her birimiz sayısız örneklere şahit olmuşuzdur. Kişinin atasından maddi miras kalmıştır ama çok kısa bir zamanda tüketmiştir. Oysa ilim böyle basit şekilde tüketilecek bir miras değildir. Aksine, tüketildikçe yani anlatıldıkça, paylaşıldıkça artan bir şeydir. Bilim, insanı hayatın bütün alanlarında en önemli yardımcısıdır. Öyleyse çocuklarımıza bırakacağımız en değerli miras bilimdir. Bilimde bilindiği gibi eğitim yolu ile elde edilir. Dolayısıyla salt okul eğitimi değil, onun ile beraber hangi yaşta ve hangi eğitim seviyesinde olursak olalım, kendimize ve çocuklarımıza yapabileceğimiz en güzel iyiliklerden biri bilim sahibi olmaktır.
Edepli olmak sadece bir takım toplumsal ahlaki kurallara uymak ile sınırlandırılamaz. Toplumsal ahlaki kurallar ile beraber bir bütün halinde en güzel, iyi, ideal davranışın sahibi olmaktır. Bunu toplumsal zorunluluktan, kurallardan dolayı biçimsel şekilde uygulamaktan ziyade kişiliğimize yedirerek edepli bir kişilik olmalıyız.
Düşünce; dış evrenin insan zihnine yansımasıdır. Düşünmek insanın yaşama anlam katması, kendisini muhasebe etmesidir. Felsefi bir deyimle, “düşünmek var olmaktır”. Tefekkür, derin düşüncedir. Derin düşüncelere dalma, yoğunlaşmadır. Varsa sorunlara çözüm bulmadır. Anlam vermedir. Bir görüşe göre tefekkür yani derin düşünme, yoğunlaşma; meditasyondur. Bazı kimseler var olan sorunlarını, sıkıntılarını düşünmek bile istemiyorlar. Böylece sorunlarını alt ettiklerini düşünüyorlar. Bizce bu kaçış, yok sayma doğru bir davranış değildir. Yok sayarak sorunlar çözülmediği gibi bir yere de varılmaz. Düşünüp, yoğunlaşıp çözümler aramak en doğru yaklaşımdır.
İnsanlarla öyle bir hukukunuz olsun ki, siz öldüğünüzde size ağlasınlar, siz yaşarken de sizi özlesinler. (3)
Ne güzeldir değil mi insanlarla, bütün olarak insanlıkla, kendinle, doğayla barışık bir şekilde dost olmak, yaşamak. Kardeşçe bir paylaşımla iyiliği uygulayarak/uygulamaya çalışarak yaşamak. Art niyet taşımadan, ön yargılardan sıyrılmış olarak, anlamaya çalışarak insanlarla yaşamak en güzelidir. Oysa tersi oluyor çoğu zaman. Ön yargı, anlayışsızlık, fesatlık, karşısındakinin açığını arama oluyor çoğunlukla. Böyle bir insana öldüğünde ağlanmaz, yaşadığında kimse onu özlemediği gibi dara düştüğünde, zorda kaldığında da kimse yardımına koşmaz. Bu mahkum edilmesi gereken bir kişiliktir. İmam Ali'de bizlere bunu öğütlüyor. İmam Ali, başka bir sözünde de şunları söylüyor; “insanların en acizi, dost edinmekten aciz olandır. Ondan daha acizi ise, kazandığı dostları kaybedendir.” (4) İnsanlarla iyi geçinmeyi, dost olmayı, doğru insan olmayı, insan ilişkilerinde karşıdakinden beklemeden kendinden özverili olmayı öğütlüyor. Var olan dostlarımızın, mevcut dostluklarımızın kıymetini bilmemizi öğütlüyor. Kendimizin doğru bir kişilik olup olmadığını sorgulamadan hep karşımızdakinin doğru kişi olmasını bekleriz. Bu doğru bir tutum değildir. Kendimizden başlamalıyız. Bizler dost olunabilinecek kişilikler miyiz? Dostlarımızın dostluklarına layık kişiler miyiz?
Korku, ümitsizlikle ve yersiz utangaçlıkta mahrumiyetle eş olmuştur. Fırsat, bulut gib geçip gitmektedir; öyleyse hayırlı fırsatları elde etmeye çalışın/hayırlı fırsatları ganimet bilin.(5)
Daha önceleri de değindiğimiz gibi korkaklık insanı hedeflerinden alı koyan en önemli sebeplerin başında gelir. Cesaret ise bir işi başarmanın yarısıdır. Korkunun ecele faydası yok derler, aslında ecele olmadığı gibi hiç bir şeye faydası yok korkunun. Demek ki korkmamak gerekiyor. İmam Ali korku nedir bilmeyen bir yiğitti. Dolayısıyla bunları söylerken aynı zamanda pratik olarak uygulayandır da. Söyledikleriyle yaptıkları bir olan yüce bir şahsiyettir İmam Ali.
Yersiz utangaçlık da insanı hakkını arayamaz bir hale getirir. İmam Ali'ninde güzel bir şekilde ifade ettiği gibi insanı en doğal haklarından mahrum bırakır yersiz utangaçlık. Edepli olmak, iyi niyetli olmak ile karıştırılmasın yersiz utangaçlık. Edepli olmak başkadır, hakkını aramayan utangaç, silik kişilik olmak başkadır.
Bir noktada şans denilen olay aslında insanın karşısına çıkan fırsatları değerlendirmesinden başka bir şey değildir. Bu durumda şansızlık da bir bulut hızı ile gelen fırsatların heba edilmesinden başka bir şey değil. Demek ki zamanında değerlendirilmeyen bir fırsat insan hayatının ondan sonraki dönemini belirliyor. Ya da tersi, insanın önüne bir fırsat çıkıyor ve kişi bunu en doğru şekilde değerlendiriyor. Bu şekilde kişinin fırsatı değerlendirilmesinden sonraki hayatında, değerlendirilen fırsat bir dönemeç görevi görmüş oluyor. Kayıtsız şartsız herkesin öyle veya böyle fırsatları olmuştur/yaşadığı sürecede olacaktır. Insana düşen bu fırsatları hayatını anlamlı ve onurlu yaşaması yönünde en iyi şekilde değerlendirmektir. Yoksa fırsat ile üçkağıtçılık anlamında kullanılan fırsatçılığı karıştırmamak gerekiyor. Bizlerin anlayışına göre fırsat salt maddi imkanların daha bir üst seviyeye taşırılması değildir. Esas olan bir bütün halinde yaşamın anlamına uygun şekilde yaşanmasıdır. Bu noktada fırsatlar ganimettir.
Ameliyle bir yere varamayan kimseyi, soyu sopu bir yere ulaştırmaz. (6)
Amel kelimesi genelde inançla ilgili bir kavram olarak algılanır. Bu doğru bir algılama olmak ile beraber eksiktir de. Amel, bir bütün olarak yapılan iş anlamına da geliyor. Yani inanç alanı dışında da yapılan her iş, ameldir. Bir insanın işini –her ne iş olursa olsun- en iyi şekilde yapması gerekiyor. Bu iş iyi bir davranış olduğu gibi, ekmeğimizi kazandığımız işimizde olabilir. Bizleri bir yerlere ulaştıracak olan –ki hepimizin ulaşmak istediği yakin uzak hedeflerimiz var- amelimizdir. Eğer yaptıklarımızı doğru ve düzgün bir şekilde yapmıyorsak, baştan savma, gayri ciddi yaklaşıyorsak hedefimize varamayız. Soyumuz kime dayanırsa dayansın, hangi etkin ailenin çocuğu olursak olalım, hangi gelişmiş ulusun ferdi olursak olalım bunlarla bir yere varamayız. Ailemizin, ulusumuzun statüsü değildir bizleri hedefimize ulaştıracak olan. Biz, kendimiziz.
Bütün bu hikmetli sözler bizce günümüze ışık tuttuğu gibi geleceğe de ışık tutar niteliktedir.
Kaynak:
Pir Selçuk Sevin Dede Babamansur Kur Hüseyin Dergahın Postnişi Sütlüce Köyü(Karer)/ BİNGÖL