Ehl-i Beyt mektebine göre, Mehdilik inancı ahir zamanda dünyaya gelmesi beklenen belirsiz bir kurtarıcıya inanmak değildir. Bu mektebe göre Mehdi babası, annesi, doğum yeri ve birçok diğer ala-metleriyle tanınan, şu anda hayatta olan ve yeryüzünün İmamı olup ancak İlahi hikmet gereği gizli bulunan belli bir şahıstır. Şia, Hz. Ademaleyhi’s-selâm’den ta kıyamete kadar yeryüzünün, asla Allah’ın hücceti olan mâsum bir önderden yoksun kalmadığına ve kalmayacağına inanmaktadır.
Şia mektebi, son peygamber olan Hz. Muhammed Mustafa sallâ’llâhu aleyhi ve alih’ten sonra on iki mâsum İmamın geldiğine ve bunların sonuncusunun ise on ikinci İmam olan Hz. Mehdi olduğuna ve bu İmamın İlahi vaatlerin gerçekleşmesi, dinin yeryüzüne tamamen hakim olması, hakkın batıldan tamamen ayrılması ve şartların elverişli hale gelmesi için uzun bir süre gözlerden saklı kalarak, İmamet görevini yürüteceğini ve sonunda zuhur edip tüm dünyada adaleti hakim kılacağına inanmaktadır.
Ehl-i Beyt mektebine göre ismi Resulullah sallâ’llâhu aleyhi ve alih’in ismi, künyesi de Resulullah’in künyesi olan Hz. Mehdi, Hz. Ali ve Hz. Fatıma’nın soyundan gelmektedir ve Hz. Hüseyin’in oğlu Hz. Ali ZeynülAbidin’in oğlu Hz. Muhammed Bâkır’ın oğlu Hz. Cafer Sadık’ın oğlu Hz. Musa Kazım’ın oğlu Hz. Ali Rıza’nın oğlu Hz. Muhammed Taki’nin oğlu Hz. Ali Naki’nin oğlu Hz. Hasan Askeri’nin oğludur. Yani Hz. Resulullah sallâ’llâhu aleyhi ve alih’in onuncu, Hz. Ali ve Hz. Fatıma’nın ise Hz. Hüseyin aleyhi’s-selâm’den olan dokuzuncu torunudur.
Merhum Şeyh Mufid (Ölm. H. 413) “el İrşad” adlı kitabında şöyle der :
“Hasan Askeri’den sonra ki İmam, onun oğludur. Onun ismi Resulullah sallâ’llâhu aleyhi ve alih’ın ismi ve künyesi de Resulullah sallâ’llâhu aleyhi ve alih’in künyesidir. Babasının ondan başka gizli veya aşikâr bir oğlu olmamıştır. Önceden de açıkladığımız gibi düşmanlardan gizli bir şekilde onu kendisine halife kılmıştır.
Hicri 255. yılın Şaban ayının 15’inde dünyaya gelmiştir. Annesi cariyedir ve Nergis diye tanınır. Babası vefat ettiğinde beş yaşında idi; Allah ona hikmeti, Kur’an ilmini vermiş ve onu alemlere ilahi bir nişane kılmıştır. Hz. Yahya’ya çocuklukta hikmeti verdiği gibi ona da çocuklukta hikmet vermiştir. Hz. İsa’yı beşikte peygamber kıldığı gibi onu da çocukluk döneminde İmam kılmıştır.”
İbn-i Hallekan da “Vefayat-ul A’yan”da şöyle yazar:
“Hz. Mehdi’nin doğumu cuma günü, Şaban ayının on beşinci gecesinde Hicri 255 yılında vuku bulmuştur. Babası vefat ettiğinde beş yaşında idi. Annesinin adı Hamt idi; bazıları ise annesinin isminin Nergis olduğunu söylemişlerdir.”
Muhammed b. Ahmed el-Maliki İbn-i Sabbağ, “Fusul-ül Muhimme” adlı kitabının on ikinci faslında şöyle der:
“Ebu-l Kasım Muhammed el-Hüccet b. Hasan el-Halis Hicri 255. yılının Şaban ayının on beşinci günü Surre Men Rea (Samerra) şehrinde dünyaya gelmiştir.”
İşaret edildiği gibi Hz. Mehdi Hicri Kameri 255 yılında Bağdat’ın 175 kilometre kuzey batısına düşen “Samerra” şehrinde dünyaya gelmiştir. Bu şehir “Mu’cem-ul Buldan” kitabının yazarı Himevi’nin yazdığına göre Abbasi Halifelerinden Mütesim tarafından devlet adamları ve özellikle askerlerin aileleriyle bir arada yaşamaları için Hicri 220’de bir askeri lojman olarak inşa edilmiştir.”[2]
İmam Hasan Askeri ve babası İmam Ali Naki aleyhi’s-selam’ın Askeri lakabıyla anılmalarının sebebi de bu şehirde yaşadıkları mahallenin Askeri bölge olması ve Asker mahallesi diye tanınmış olmasıydı.
Çeşitli muteber nakillere göre Hz. Mehdi dünyaya gelirken doğumundan, babası Hasan Askeri takva, iffet ve paklık örneği olan annesi Nergis Hatun ve ilim, takva ve iffet örneği olan İmam Hasan Askeri’nin halası Hakime Hatun’dan başka kimsenin haberi olmamıştır.
Merhum Şeyh Saduk, Hz. Mehdi aleyhi’s-selâm’nin dünyaya gelişini şöyle anlatır:
“İmam Muhammed Taki aleyhi’s-selâm’ın kızı ve İmam Hasan Askeri aleyhi’s-selâm’ın halası olan Hakime Hatun diyor ki: “...Ben kardeşim İmam Ali Naki aleyhi’s-selâm’ın ziyaretine gittiğim gibi onun vefatından sonra da oğlu İmam Hasan Askeri’nin ziyaretine gidiyordum.
Bir gün onların yanına gittim. Gün batıncaya kadar İmam’ın yanında oturdum, akşam olunca, cariyeye seslenerek: “Elbiselerimi getir de ben gideyim” dedim.
İmam Hasan Askeri: “Halacığım! bu gece bizimle kal.” dedi. “Çünkü bu gece Şaban ayının yarısının gecesidir. Bu gecede Allah’ın katında değerli ve O’nun hücceti olan bir çocuk dünyaya gelecektir. Yeri öldükten sonra diriltecek olan odur.” “O çocuk kimden olacak?” diye sordum; “O, Nergis’ten olacak” diye cevap verdi.
“Ey benim efendim, dedim, ben Nergis’te gebelik belirtisi göremiyorum.”
O Tekrar, “Nergis’ten olacak, diğerinden değil” dedi.
Yatsı namazını bitirdikten sonra iftar ettim, sonra yerime çekildim, ama sürekli olarak Nergis’in durumunu gözetliyordum.
Gece yarısı olduğunda namaz için kalktım. Namazımı bitirip Nergis’e baktığımda uykuda olduğunu ve hiç kıpırdamadan yattığını gördüm.”
Olayın devamı Musa b. Muahmmed’in nakline göre şöyledir: Hakime Hatun diyor ki: “Oturup namazdan sonraki zikir ve duaları okuduktan sonra birazcık uyumuşum; birden kaygıyla yerimden kalktım. Gördüm ki Nergis Hatun uyumuş. Biraz sonra o da kalktı ve gece namazı kıldı ve tekrar uyudu.”
Hakime Hatun şöyle devam ediyor: “Fecrin doğup doğmadığına bakmak için dışarı çıktım. Gördüm ki birinci fecir doğmuş; ancak Nergis Hatun hâlâ uyuyordu. Bu durum kalbimde şüphe uyandırmaya başladı. Tam o sırada Hz. İmam Hasan Askeri bulunduğu yerden seslenerek: “Halacığım! Acele etme, çocuğun doğumu yaklaşmıştır.” dedi.
Ben oturup Elif Lâm Mîm, Secde ve Yasin surelerini okumaya başladım. O sırada Nergis Hatun’un birden dehşet içerisinde yerinden kalktığını gördüm; onun yanına koştum, onu göğsüme yasladım. “Allah’ın yardımıyla! Ne oldu, bir şey mi hissediyorsun?” dedim. “Evet, halacığım” dedi.
“Kendini toparlamaya çalış, bu, sana vaat edilen şeydir işte” dedim.
Bu halde ben ve Nergis Hatun uyuklama gibi bir hal geçirdik. Kendime gelir gelmez yeni dünyaya gelen bebeği düşündüm. Nergis’in üzerindeki elbiseyi kaldırdım, secde halinde yere kapanmış olan yeni bebeği kucağıma aldığımda onun tertemiz olarak dünyaya geldiğini gördüm. Öylece onu babasına götürdüm.”
Mes’udi’nin nakline göre İmam Hasan Askeri çocuğu sol elinin üzerinde oturttu ve sağ eliyle de arkasından tutarak “Konuş” dedi. Bunun üzerine Hz. Mehdikonuşmaya başladı ve: “Eşhedu en la İlahe illallah ve eşhedu enne Muhammed’en Resulullah sallâ’llâhu aleyhi ve alihi ve sellem” dedi.
Sonra Hz. Emir-ul Mü’minin Ali ve diğer İmamlara salavat getirdi....[3]
Bu rivayet birçok muteber senetle nakledilmiş ve Ehl-i Beyt mektebinin büyük alimlerince doğruluğu tasdik edilmiştir. Hatta Ehl-i Sünnet’in de bir çok tarih ve teracim hususunda eseri olan güvenilir alimleri Hz. İmam Hasan Askeri’nin 15 Şaban ayında Resulullah sallâ’llâhu aleyhi ve alih ile aynı ismi taşıyan bir çocuğu olduğunu bildirmişlerdir.
Hz. Mehdi’yi diğer İmamlardan ayıran birtakım özellikler vardır. Bu özelliklerden bazısı, bu İmamın doğumuyla ilgili meselelerdir. Örneğin; İmam Hasan Askeri aleyhi’s-selâm Hz. Mehdi’nin dünyaya gelmesini düşmanlardan gizli tutmuş ve sadece güvenilir dostlarına bu olayı bildirmiştir. Bu gibi konuların nedenini anlayabilmek için o dönemdeki varolan siyasi ve toplumsal şartları ve özellikle siyasi otoritenin Ehl-i Beyt’e karşı tutumunu incelemek gerekir.
Hz. Mehdialeyhi’s-selâm’ın doğumu Abbasilerin, hüküm sürdüğü döneme rastlar. Bu yüzden bu dönemde hakim şartları incelemek için her şeyden önce Abbasi Halifelerinin Ehl-i Beyt İmamlarına karşı izledikleri politikaya vakıf olmak gerekir.
Tarih kitaplarında Abbasilerin hükümranlık süresi ile ilgili olarak kaydedilen olay ve vakıalara baktığımızda, onların da Ehl-i Beyt’e karşı büyük bir düşmanlık beslediklerini, onları kendi rakipleri[4] olarak görüp çeşitli vesilelerle onlara baskı yaptıklarını, halkla ilişkilerini sınırlandırıp onlara ve dostlarına her türlü zulüm ve eziyeti reva gördüklerini görürüz. Gerçi Abbasiler, Emevilere karşı kıyamlarında Ehl-i Beyt’in haklarını savunmayı, Kerbela şehitlerinin intikamını almayı, kendilerine şiar edinmişlerdi. Ama başa geçtiklerinde onlar da Emevilerin yöntemine uyarak aynı yolu sürdürmüşlerdir. O dönemde yaşamış olan bir şair Abbasilerin tutumunu şöyle dile getirmiştir:
Allah’a ant olsun ki, eğer Ümeyye oğulları zulüm ile Peygamber’in torununu katletmeye yeltendilerse, kabrini yıkmakla Abbas oğulları da onlara uydular; öldürmekte onlara yardımcı olmaya muvaffak olmama teessüflerini, kabrini yıkmakla giderdiler. (Şeyh Tusi, el-Emali)
Hz. Mehdialeyhi’s-selâm’ın doğumundan takriben on yıl önce başta bulunan Abbasi Halifesi Mütevekkil’in[5], Ehl-i Beyt’e karşı kin ve nefreti, o dereceye varmıştı ki, Hz. Hüseyin aleyhi’s-selâm’ın mezarını yıkma emrini vermiş, hatta bu mezardan bir iz bırakmamak için bir Yahudiden mezar-ı şerifin bulunduğu yeri sürüp ekmesini istemiştir.[6]
Ebu-l Ferec İsfahani “Mekatil-ut Talibiyyin”, s.395’de şöyle diyor:
Mütevekkil’in işlerinden biri de, Hz. Hüseyn’in kabrini yıkmak ve türbesini tahrip ettirmek idi. Yine o, Hz. Hüseyn’in mezarının ziyaretini önlemek için türbeye giden yollarda karakollar oluşturmuş ve askerleri Hz. Hüseyn’in mezarını ziyaret eden birisini bulsalar hemen yakalıyor, öldürüyor veya ağır işkencelere tabi tutuyorlardı.”
Yine bu adam (Mütevekkil), Hz. Ali’ye olan düşmanlığı yüzünden, ayyaşlık meclislerinde maymun sıfatlı bazı uşaklarına, Hz. Ali’nin taklidini yaparak halkı güldürüp eğlendirmesini emrediyordu.
Mütevekkil’den sonra yönetime geçen oğlu Muntasır Ehl-i Beyt’e karşı uygulanan zulmü kaldırmaya çalışmışsa da onun hükümdarlık süresi ancak yedi ay sürmüştür; ondan sonra Hicri 248’den sonraki yıl başa geçen Mustain ve Mu’taz babalarının yöntemine yeniden dönüp Ehl-i Beyt’e karşı zulüm ve baskılarını yenilemişlerdir.
Mu’taz döneminde Hz. İmam Ali Naki zehirlenip şehit edilmiştir.[7] Bu dönemde Ehl-i Beyt’e karşı olan baskı o dereceye varmıştı ki, tanınmış kimseler dahi zalim Abbasi yöneticilerinin korkusundan kızlarını Ehl-i Beyt soyundan gelen gençlere vermekten sakınıyorlardı.
Örneğin Hz. Ali aleyhi’s-selâm ‘ın soyundan olan Muhammed b. Salih, İbrahim b. Müdebbir İsa b. Musa Cehrumi’nin kızıyla evlenmek istediğini ona bildirdiğinde İsa bu isteği reddederek şöyle dedi:
“Allah’a yemin ediyorum ki senin soyunu tanımadığın için seni reddetmiyorum; çünkü bu soydan daha üstün bir soy tanımıyorum. Bu yüzden bu akrabalık herkes için bir iftihardır. Ama kendi can ve malım hususundan Mütevekkil ve oğlundan korkuyorum.” (Mekatil-ut Tali-biyyin, s. 604)
Abbasiler, Ehl-i Beyt’e karşı düşmanlıklarında genellikle bir nevi nifaka başvurmuşlardır. Bunun nedeni ise, Emevilerin Ehl-i Beyt’e karşı zulüm ve cinayetleri sonucu Müslümanların Ehl-i Beyt’i savunmaya kalkışması ve bu uğurda çeşitli kıyamların oluşması ve aralıksız devam etmesiydi. Bu yüzden Abbasiler Ehl-i Beyt’e karşı açıkça düşmanlıktan kaçınmışlardır.
Bu siyaset gereği özellikle Me’mun’un döneminden başlayarak bir nevi nifakla Ehl-i Beyt’i zahirde kendi yanlarında göstermeye ve gerçekte ise her türlü hareketlerini kontrol altında bulundurmaya çalışmışlar ve istedikleri zaman zehirleyerek şehit etmişlerdir.
Ehl-i Beyt İmamlarını zorla Medine’den Abbasi Halifesinin bulunduğu şehre getirmiş ve çeşitli yöntemlere başvurarak onları da kendi eksenlerinde yer alan kapıkulu alimlerden biri yapmaya yeltenmişlerdir. Hatta defalarca onları da kendi ayyaşlık meclislerine çekmeye çalışıp toplumsal mevkilerini kırmak istemişlerdir.[8] Ama bütün bu komploları yenilgiyle sonuçlandığını ve Ehl-i Beyt’in, hilafet merkezinde bile gün geçtikçe takva, ilim ve pâklıklarıyla nüfuzlarının daha çok arttığını görünce zaaf ve acizliklerinin ifadesi olarak İmamları zehirleyerek şehit etmişlerdir.
İmam Ali Naki ve İmam Hasan Askeri’nin dönemlerinde bu zulüm, baskı ve işkenceler daha bir artış göstermiştir. Yirmi sekiz yaşında Abbasiler tarafından zehirle şehit edilen İmam Askeri aleyhi’s-selâm kısa süren ömrü boyunca defalarca zindanlara atılmıştır. Zindanda olmadıkları sürede ise askeri lojmanların bulunduğu Samerra şehrinde göz altında tutulmuşlardır
On ikinci İmam’ın, Mehdi olduğu hakkındaki hadisler ve Şîa’nın, İmam Hasan Askerî’yi on birinci İmam olarak tanıması ve bunun tüm Müslümanlar nezdinde de bilinen on iki halife hadisi vb. hadiselerle de tam bir uyum içerisinde oluşu, Abbas oğullarının telaş ve korkusunu büsbütün artırmıştı. Bu durum Abbasi Halifelerini daha bir tedirgin etmiş olacak ki, baskılarını son iki İmam’ın zamanında daha da artırmıştılar. İmam Askeri aleyhi’s-selâm’ın henüz çocuğu olmamıştı; fakat bu, doğru muydu? Buna bir türlü inanamıyorlardı. Onun için de İmam aleyhi’s-selâm’ın evleri, daima göz altındaydı; kesin bir çare olarak İmamı zindana atmayı düşündüler ve Abbasi Halifelerinden Mühtedî, İmam aleyhi’s-selâm’ı zindana kapattırarak, Vasif oğlu Sâlih’i de, hâllerini teftişe ve kendisine haber vermeye memur etmişti; haklarında her türlü zulmü yapması emredilen Salih, İmam aleyhi’s-selâm’ın tesiri altında kalmış, Mühtedi’ye gündüzün akşama dek, geceleyin sabaha kadar ibadetle meşgul olan, kimse hakkında bir söz söyleyemem, duadan, ibadetten başka bir şeyle meşgul olmayan bir kişi ne yapılabilir ki diye haber göndermişti.
İmam Hasan Askeri aleyhi’s-selâm, Mu’temit tarafından da birkaç kez hapsettirilmiştir. Bu suretle devrin iktidârı, hem İmam aleyhi’s-selâm’ı Şiilerle görüşmesini önlüyor, hem çocuk sahibi olmasını engelliyor, hem de göz altında bulunduruyordu. Mu’temit, zindandaki memurları vasıtasıyla, İmam aleyhi’s-selâm hakkında dâima bilgi almaktaydı; fakat İmam aleyhi’s-selâm’ın ibadet, namaz ve niyazdan başka bir şeyle uğraş-madığını ona bildiriyorlardı; İmam aleyhi’s-selâm her gününü oruçla geçiriyor ve kendi evinden gönderilen yemeğiyle, zindandakilerle berâber iftar ederdi. Zindandakilerden de İmam’a uyarak oruç tutanlar oluyordu.
İmam Hasan Askeri aleyhi’s-selâm, bir kere de Ali b. Otamış adlı birinin murakabesi altında hapsedilmişti. Bu adamcağız, Alevilere (Ali evlatlarına) pek düşmandı; kafasında, İmam aleyhi’s-selâm’a iyice eziyet etmeyi kurmuştu; fakat İmam aleyhi’s-selâm’ın heybetiyle beraber güzellikleri, temkin ve vakarıyla beraber lütuf ve mürüvveti, Rabbine yönelik ibadet ve itaati, bu zatı şaşırtmıştı; bir gün sonra İmam’ı zindandan çıkarttı, ondan sonra da Ali evlatlarına karşı inancı değişti ve onların saygı gözeten sağlam bir kişiliğe sahip oldu.
İmam Hasan Askeri, son olarak, hicretin 260. yılında hapsedilmişlerdi. Bir gün, annelerine, “Bu yıl bir eziyete uğrayacağım” buyurmuşlardı. Anneleri, ağlamaya başlayınca, “Ağlamanın, üzülmenin faydası yok” demişler, o yılın Sefer ayında memurlar gelip kendilerini almışlar, zindana atmışlardı.
Görüldüğü gibi, İmam Hasan Askeri aleyhi’s-selâm Abbasiler tarafından çok şiddetli bir takibe alınmış ve bu yolla İmam’ın evlat sahibi olmasını kendi akıllarınca önlemek istemişlerdir.
Önceden de deyinildiği gibi İmam Hasan Askerî, çok ağır bir askeri kontrol altında yaşıyordu. Defalarca zindana atılmış, öldürülmesi kararlaştırılmıştı; ama her defasında beklenmedik İlahî bir lütuf sonucu bu komplolardan kurtulmuştu.
İrbili naklediyor ki: Mu’tez, Said isimli yardımcısına İmam Hasan Askeri’yi Kufe’ye götürmesini emrettiğinde, Ebu Heysem İmam’a şöyle yazdı: “Sana feda olayım, bizi endişelendiren ve rahatımızı kaçıran bir haber aldık. İmam Hasan Askeri cevap olarak: “Üç gün sonra bu endişeden kurtulacaksınız” diye yazdı. Üçüncü gün Mu’tez öldürüldü.
Bu olayı İbn-i Şehraşup “Menakıb” adlı kitabında şöyle naklediyor:
Mu’tez yardımcısı olan Said’e: “Ebu Muhammed’i (İmam Hasan Askeri’yi) Kufe’ye götür ve yolda boynunu vur” diye emir gönderdi. Bunun üzerine İmam’dan, bu endişeden kurtulacağımıza dair bir mek-tup elimize ulaştı. Bu olaydan üç gün sonra Mu’tez hilafetten alınıp öldürüldü.
Mu’taz’dan sonra başa geçen Mühtedi, İmam aleyhi’s-selâm’ı öldürme düşüncesindeydi, ancak o da amacına ulaşamadan can verdi.
Şeyh Tusi “Gaybet” adlı kitabında Ebu Haşim’den şöyle naklediyor: İmam Hasan Askeri aleyhi’s-selâm ile birlikte Vasık oğlu Muhtedi’nin zindanına hapsedilmiştik. İmam bana şöyle dedi: “Ey Ebu Haşim, bu tağut, bu gece Allah’ın emriyle oynamak ve onu hiçe saymak istiyor. Bu yüzden Allah Teala onun ömrünü kesecek ve sonrakine verecektir. Şu an benim evladım yok, ama Allah Teala bana yakın bir zamanda bir oğul verecektir.” (Gaybet, s. 134)
Ebu Haşim diyor ki: O gecenin sabahı Türk askerleri Muhtedi’ye saldırıp onu öldürdüler ve Mu’temid onun yerine geçti. Böylece Allah bizi korumuş oldu.
Şeyh Saduk Muhammed İbn-i Abdullah’tan naklediyor ki:
İmam Hasan Askeri, Zubeyrî (Bazı görüşlere göre maksat Abbasi Halifesi Muhtedi’dir) öldürüldüğünde evinden çıkıp şöyle dedi:
“Bu Allah’ın velilerine karşı gelenlerin cezasıdır. O beni evladım olmadan öldüreceğini sandı, karşılık olarak da Allah’ın kudretini gördü.”
Ahmed b. Muhammed b. Abdullah diyor ki: Bundan sonra İmam oğul sahibi oldu.[9]
Mühtedi’den sonra başa geçen Mu’temid de defalarca İmam’ı hapise atıp eziyetlere maruz bırakmış ve sonunda İmam aleyhi’s-selâm Mut’emid tarafından zehir verilerek şehit ettirilmiştir.
Bu durum, bir yönden Firavun’un Benî İsrail soyundan Hz. Musa aleyhi’s-selâm’ın dünyaya geleceği vaadini duyması ve bu vaadin Benî İsrail’deki önemini bilerek Benî İsrail’in oğlan çocuklarını öldürtmesi ve bu yolla bu İlahi vaadin gerçekleşmesini önlemesine benzemektedir.
İşte Mehdi aleyhi’s-selâm, Ehl-i Beyt İmamlarının büyük baskı ve zulüm altında bulunduğu, zalimlerin bu İmamları kendi askeri karargâhları sayılan bir şehirde gözaltında tutarak zahirde güvenlik hissettikleri karanlık bir dönemde Abbasi Halifesinin zulüm sarayının yanı başında Hicri 255. yılının Şaban ayının on beşinci gecesinde düşmanların gözünden uzak bir şekilde dünyaya geldi ve böylece Allah’ın kesin iradesi gerçekleşmiş oldu.
Hz. Mehdi’nin dünyaya gelişinden sonra, babası İmam Hasan Askeri ancak beş yıl hayatını sürdürebildi. İmam Mehdi aleyhi’s-selâm Hicri 255 yılında dünyaya geldi, İmam Hasan Askeri ise Hicri 260 yılının Rebiulevvel ayında Abbasi Halifesi tarafından verilen zehir sonucu şahadete ulaştı.
İşte bu beş yıl döneminde İmam Hasan Askeri’nin en çok önem verdiği mesele oğlu Hz. Mehdi aleyhi’s-selâm’ı düşmanların gözünden uzak tutmak, hatta Abbasi Halifeleriyle çok yakın ilişkisi olan kendi kardeşi Cafer’den bile gizlemek ve Allah Teala’nın kendisine böyle bir evlat verdiğini saklayarak onların haberdar olmasını önlemek olmuştur.
Ama bunun yanısıra, İlahî hüccetin herkes hakkında tamamlanması için takva ve imanlarıyla tanınmış, herkesin güvendiği, çeşitli bölgelerden olan Ehl-i Beyt mektebine bağlı büyük şahsiyetlere, böyle bir çocuğunun olduğunu bildirmiş ve bu mübarek evladını onlara göstererek onların kalplerini mutmain kılmıştır ve onlara bu haberi güvenilmeyen kimselerden gizlemelerini emretmiştir.
Merhum Şeyh Mufid İmametle ilgili “el-İrşad” adlı değerli eserinde şöyle diyor:
İmam Hasan Askeri aleyhi’s-selâm, kendisinden sonra hak devletini kurmak için beklenilen oğlunu İmam olarak bıraktı.
Dönemin sultanı, İmamiye Şiasının inancına göre böyle bir İmam’ın geleceği yaygın olduğu ve Şia’nın bu İmam’ın gelişini bekle-diğini bildiği için çok ciddi bir şekilde onu arıyordu. İmam Askeri da bu yüzden oğlunun dünyaya gelişini gizlemiş ve onu hayatı döneminde aşikâr etmemişti. Bu yüzden Ehl-i Beyt mektebinin dışında kalan birçok insan bu İmam’ı tanımamıştır. (Şeyh Mufid “el İrşad”, Hz. Mehdi Bölümü)
Normal şartlar gereğince mütalaa edildiğinde de Hz. Mehdi aleyhi’s-selâm’ın dünyaya gelişinin gizli tutulabilmesine yardımcı olan muhtelif faktörler vardır. Bu faktörlerden biri, İmam’ın annesinin cariye olması ve cariyelerin asıl görevlerinin evlerde hizmetçilik olması hasebiyle du-rumlarının fazla dikkat çekmemesi olmuştur.
Elbette bu gibi hususlarda asıl faktör ve sebebin yenilmez İlahî irade olduğuna dikkat etmek gerekir.
Evet, Musa’yı bulup öldürebilmek için binlerce çocuk öldüren Fira-vun gibi bir zalimin evinde ve onun gözleri önünde Musa’yı koruyup büyüten Allah, İlahî vaatleri gerçekleştirecek olan, son Peygamber’in son vasisi Hz. Mehdi’yi da zalim Abbasi hükümdarlarının hilelerinden korumaya kadirdir.
Yakın ve özel dostlarına gelince, Hz. İmam Hasan Askeri aleyhi’s-selâm Hz. Mehdi’nin dünyaya geldiğini onlara bildirmesiyle hakikati arayanların kurtuluş yolunu bulabilmeleri için sağlam bir vesile ortaya koymuştur:
Şimdi Hz. İmam Hasan Askeri döneminde Hz. Mehdi aleyhi’s-selâm’ın varlığından haberdar olan bazı şahsiyetleri tanıtalım.
Merhum Şeyh Tusi “Gaybet” adlı kitabında Ali b. Bilal, Ahmet b. Hilal, Muhammed b. Muaviye b. Hakim ve Hasan b. Eyyub gibi Şia’nın önde gelenlerinden şöyle naklediyor: Bir defasında İmam Hasan Asker’i aleyhi’s-selâm’dan ondan sonraki İmam’ın kim olduğunu sormak için toplandık arada geçen konuşmalarından sonra İmam buyurdu ki: “Benden sonraki İmam’ın kim olduğunu sormak için yanıma geldiniz, değil mi?” Biz “Evet” dedik. Biraz bekledikten sonra (İmam evdeki odalarından birine girip) yüzü dolunay gibi olan, İmam Hasan Askeri’ ye çok benzeyen bir çocuk getirdi ve “Bu, benden sonra sizin İmamınız, benim de halifemdir. Ona itaat edin, tefrikaya düşmeyin, yoksa dininiz hususunda helak olursunuz. Ama şunu da bilin ki, bu günden sonra artık onu göremeyeceksiniz; sizler Osman b. Said’in getirdiği sözleri kabul edin, emrine uyun, o İmamınızın sözcüsüdür ve emir onun emridir.” diye buyurdu.
Yine Merhum Kuleyni “Usul-i Kafi”de ve Merhum Şeyh Saduk “Kemal-ud Din” kitabında Ahmed b. Sa’d Eş’ari’den naklediyorlar ki Ahmet şöyle dedi: İmam Hasan Askeri aleyhi’s-selâm’ın huzuruna çıktım ve ondan sonraki İmam’ın hakkında sordum. İmam: “Ey Ahmed, dedi, Allah Teala Hz. Adem’i yarattığından bu güne kadar ve bu günden kıyamete kadar yeryüzünü hüccetsiz bırakmamış ve bırakmaz da! O hüccet ki, Allah onun vasıtasıyla insanlardan belaları giderir, yağmuru yağdırır ve yerin bereketlerini çıkarır.” Dedim ki “Sizden sonraki, İmam ve halife kimdir? bunu öğrenmek istiyorum.”
İmam hemen kalkıp eve girdi ve yüzü ay gibi parlayan üç yaşlarında bir çocuğu omzunda taşıyarak getirdi ve: “Ey Ahmet b. İshak,” dedi, “Eğer senin Allah yanında ve Allah’ın hüccetleri yanında değerli bir mevkiin olmasaydı oğlumu sana göstermezdim. Çocuğumun ismi ve künyesi Resulullah’ın ismi ve künyesidir. Yerin zulüm ile dolduğu gibi onu adaletle dolduracak olan da budur. Ey Ahmet, onun bu ümmetteki yeri, Hızır’ın ve Zulkarneyn’in yeri gibidir. Allah’a ant olsun ki, o öylesine bir gaybet dönemi geçirecek ki, yalnız Allah’ın, kendisini onun İmameti ve zuhurunun yaklaşması için dua etmeye muvaffak kıldığı kimseler hariç, kimse helak olmaktan kurtulmayacaktır. İmamete inananlardan çoğu da dönecektir. Bizim velayetimiz üzere Allah’ın ahit aldığı, kalbinde imanı yazdığı ve kendi rahmetiyle desteklediği kimseler hariç herkes bu inançtan cayacaktır.”
Sonra şöyle dedi: “Ey Ahmet, bu, Allah’ın emirlerinden bir emirdir. O’nun gizli sırlarından bir sırdır. Sana dediğimi iyice belle ve Allah’a şükredenlerden ol.”[10]