Sultan Şuca adıyla da anılan büyük Anadolu Velisi’nin doğum ve ölüm tarihleri konusunda kesin kayıtlar yoktur. Bu büyük velinin kişiliğiyle ilgili en çok görülen tekke yaşamı ve Anadolu Alevi kültürüne yapmış olduğu büyük hizmetlerdir.
Şucaeddin Veli Sultan’la ilgili bulunan bilgiler birbiriyle çelişmektedirler. Kimi kaynaklar, 13. yüzyılda Hacı Bektaşlar’la birlikte Horasan’dan Anadolu’ya gelmiş olarak gösterirken, birçok kaynak da onun Sultan Orhan ya da 11. Murat dönemlerinde yaşadığını göstermektedir.
Eskişehir Seyitgazi İlçesi’ne 7 km. uzaklıkta bugünkü adıyla Aslanbeyli Köyü içerisinde büyük bir zaviyesi bulunan Şucaeddin Veli Sultan`in zaviyesi bugün bile tarihe ve doğaya meydan okuyarak ayakta kalan büyük bir zaviyedir.
Sultan Şucaeddin’in ,ölümünden sonra yakın taliplerinden Esiri Mahlaslı birisi tarafından kaleme alınan Velayet Name-ı Sultan Şucaeddin adlı menkıbe zamanına ışık tutması bakımından önem taşımaktadır.
Sultan Şuca ile ilgili en büyük kaynak Aslanbeyli köyünde bulunan o muhteşem yapıdır.Bu büyük külliyede bulunan aşevleri toplantı salonu,cemevi ve okuma salonundan anlaşıldığı üzere bura da yüzlerce öğrencinin eğitim gördüğü, yatılı olarak kaldıkları ve eğitim sonucunda da Anadolu köylerine gönderildikleri anlaşılmaktadır. Sultan Şüca’nın kimliğini ve dönemin önemli velilerinden birisi olduğunu belgeleyen bu bina bugün bile benzer işlev yapabilecek durumdadır.
Sultan Şuca’nın, 8. İmam Rıza’nın soyundan geldiği, Anadolu’da birçok mürüdünün bulunduğu, kendisinin dünyalık işlerden pek hoşlanmadığı, muritleriyle birlikte çevre köyleri gezerek toplumu aydınlatma görevi yaptığı bilinmektedir.
Sultan’ın müritleri salt Anadolu ile sınırlı kalmayıp, balkanlara kadar uzanan bir yol izlemişlerdir.
Sultan Şucaeddin Veli Vilayetnamesi’nde verilen bilgilere göre çevresindeki şeyhler ve dedelerin Sultan Şuca’yı büyük bir saygıyla izledikleri, bu şeyhin izinden gittikleri yazılıdır.
Sultan Şuca tekkesinin Alevi edebiyatının, tasavvufunun okullarından olması bu tekkede birçok ozanın yetişmesine neden olmuştur. Hatta yıllar sonra bile burada görev yapan postnişinlerden bazıları şairdir. Genç Abdal olarak bilinen Alevi ozanlarından birisi bu tekkede yetişmiş, en güzel şiirlerini Sultan Şuca tekkesinde yazmıştır.
Bu büyük kulliyede bulunan Aleviliğin tarihi kaynakları ne yazık ki, 1826 tarihinde 11. Mahmut’un Alevi kültür katliamını yaparken yok olmuştur.
Sultan Şuca adına yazılan yüzlerce şiir mevcuttur. Bunlardan bazılarının kendisine ait şiirler olması ihtimali çok büyüktür. Sultan Şuca’nın mahlasıyla yazılmış şiirlere sıkça rastlanıyor.
Sultan Şuca söyler pirden veliden
Biliriz biz bizi Külü Bedadan
Hak Muhammed yolu budur Ali’den
Er yarın hak divanında bellidir
Hem Ali’sin hem Veli’sin Hızır’sın
Hak emriyle alemlere nazırsın
İsmin çağrıldığı yerde hazırsın
Tanrının aslanı Alim gel yetiş
SULTAN ŞUCAEDDİN VELİ VELAYETNAMESİNDEN
Seyyit Gazi Sultan Hazretlerine geldi. Her kaçan kim Seyyit Gazi Sultan’a gelse, kürresinin gaipten kapısı açılırdı. Sultan Varlığı, içine girerdi. Binişan diliyle Konuk Defteri edip otururdu.
Sultan, orada üç gün otururdu. Üç gün sonra cemadanın çekip Garkın köyüne gelirdi.
Ol gün, ziyade soğuk gün idi. Vardı, Sultan bir ılıcık yere kondu. Sultanın bir kerameti olurdu kim, soğuk günde her kanda otursa kim harman kadarı yere, Sultan’ın çevresine soğuk gelmezdi.
Abdallar, Sultan’ı çevre alıp otururlardı. Sultan, bir keramet dahi buydu kim düşmüşler elini alıcı idi.
Sultan ol gün eyram etti. Bir kişi, bir sofra kurbanı getirdi ol köyden. Sultan itti; “Küçüğüm, keşkek bişirin” dedi. Ol sofra kurbanın keşkek bişirüp yediler.
Pes, yarındası Sultandayağın eline alıp kalktı. İtti; ‘Küçüğüm, bir devletli olsa, bu kış bizi beslese” dedi. Ol vakit nazarında iki yüz miktarı abdal var idi. Birisi cevap vermedi. Gördü kim birisi cevap vermez. Kürtbaba Karacaoğlan “Sultanım, senden devletli kim ola? Bu garipleri meğer yine sen besleyesin” dedi. Sultan Varlığı, dahi dönüp Kürt-baba’dan yana nazar etti; “Rast edersin bre Karacaoğlan rast” dedi.
Ol oradan çekilip İlme’ye mağaraya vardı. Girip mağaraya oturdu. ‘Mağaraya ocak yakın küçüğüm. Pirler bunda kışlar” dedi. Abdallar, ocak yaptılar. Sultan Varlığı dahi ol kış anda kışladı.
Bir gün bir bacı, Sultan’ın nazarına gelmek istedi; “Sultan‘ın nazarına her kişinin muradı hasıl olur. Ben dahi Sultanın nazarına yarayım. Benim dahi muradım budur kim eli yürük, divanelere çok yardım ider. Bilvesile ben de muradım hasıl edem. Muradım vere” deyip Sultan nazarına geldi.
Kim Sultan nazarına gelse, niyetini gönlünde tutar idi. Ol dahi niyetini tutup Sultan nazarına geldi oturdu.
Sultan, ondan yana bakıp güldü; “Küçüğüm, bir lahza katlan. Senin dahi istediğin vereyim” dedi.
Meğerim, ol köyün altında bir ulu yol geçer idi. Ol yoldan üç yolcu gelirler idi. Bunu söyleşirlerdi; “Bunda bir er varmış. Sultan Şucaeddin derlermiş. Her kişinin gönlündekini bilirmiş.” Bunu söyleşirlerdi. “Gelin biz dahi bir müşgül murad isteyelim. Eğer gerçek er ise bizim dahi muradımızı vere” dirlerdi.
Birisi dahi itti, “Acep ne müşkül murad olsa istesek” dedi.
Evvelki kişi itti; “Gelin bir adem isteyelim. Görelim verebilir mi?” dedi. Cehalet fikriyle Sultan’a yakın geldiler.
Sultan, mağaradan çıkıp onlara el salladı. “Gelin a miskinler” deyip çağırdı. Hacil olup Sultan’ın nazarına geldiler.
Bacıyı çağırıp anların yanına götürdü. “İşte ol istediğiniz geldi” dedi. Ol bu muhiplcr dahi Sultan’ın velayetini görüp yoluna girdiler vesselam.
Yine bir gün ol köyde bir kişi var idi. Balık avlardı. Sultan ana nefes itti; “Ol su kuşlarını incitıne yin. Eyi olmaz” dedi.
Ol kişi dahi Sultan’m ııefesini kabul etmeyip her gün balık avlardı. Bir gün yine balık avlamaya varıp ağını su içine saldı. Ağına bir nesne doldu. Çeküp çıkaramadı. Ağın ipini bir ağaca bağlayıp kodu. Varıp köye haber eyledi. İtti; “Ağıma bir balık tutuldu. Çeke gördüm çıkaramadım. Bütün köy’e yeter. Gelin, varalım çıkaralım “dedi
Köy kavmi durup ağ saldığı yere geldi. Ağın ipine yapışıp çektiler. Nice kim kenara getirürlerdi. dalbınıp yine suyun içine girerdi. Pes, çeke çeke yoruldular. Sultan, ağın içinden çıka geldi. İtti; “Küçüğüm, pirler sana nefes etti idi ağın içün. Artık erüşürsün” deyip yürüyü veredi.
Ol kişi ayruk olmadı, vazgeldi vesselam.
Sultan, ol kışı ol i]me mağarasında geçirdi. Bahar olucak Sultan itti; “Küçüğüm. Komak’tan pirlerin türabı kamusu gelür” dedi.
Kalkıp andan şimdi mezarı olan yire geldi oturdu. Sundu, yirden bir avuç toprak aldı. Didi; “Küçüğüm, bu pirlerin tarla kokusudur” dedi. Ol yer virane. Kerbela misillu susuz, kır idi. Sultan Varlığı ol makamda karar itti.
Abdallara Sultan itti; “Küçüğüm, bunda kümesiye yapalım. Pirler bunda dahi yürüse gerek” dedi. Sultan’ın nefesiyle abdallar dahi makamını tuttular. Emma, suyun ayrıktan getirirlerdi. Zira kim susuzluk yer idi.
Abdalların bir gün gönüllerinden geçti kim. “Sultan bunda tekkesi yaptırdı. N’olaydı suyun dahi himmet edeydi”dediler.
Sultan dahi dönüp abdallardan yana nazar itti; “Küçüğüm pirlerin suyu çoktur. Gelin varalım, çıkalım” deyu yürüyü verdi. Yağ pınarı olan yere gelip nazar etti. Dayağını yere sokup çekti.
Dayağın yerinde bir su çıktı. İtti; “Kazın indi küçüğüm.” Abdallar, çevre alıp kazdılar. Bir kalebe su çıkardılar. Pes ol sudan içerlerdi. Ol pınarın adına Yağ Pınarı denilmesine sebep budur vesselam.
Horasan mülkünde bir çöl yer var idi. Beriyye demek olur. Şefliği üç günlük yerde bulunur.
Acem erenlerinden Baba Haki demekle meşhur bir ihtiyar kişi var idi. Gün hoşluğuna aldanıp bir nice abdalla bir gün ol çöle uğradı: Nagah ol ötesine varıcak ol dervişleri tufan tuttu, yol bulunmadı. Kanceru gideceğinlerin bilmeyip azdılar.
Pes, tufandan mecalleri kalmadı. Bir yer kuytusu ellerine girip bir hafta orada sindiler. Ne ol kuytudan çıkabildiler. Ne kanceru gideceğlerin bilürlerdi Canlarından ümidün üzmişlerdi.
Nagalı gördüler bir yorgun geyik çıkageldi. Zebun olmuş, dilini çıkarıp solur. Kaçmaya takati kalmamış.
İttiler; “Şol geyik, zebun geyik. Ancak, kim bilir aslan mı kovdu ya pars mı kovdu? Bir ele getireydik ola mı?”deyip kodular.Tuttular, bastılar. Kuşaklarını ayaklarına bağladılar kim boğazlıyalar. Geyik silkindi. Ellerinden boşandı, kuşaklarını sürüyüp yürüdü. “Hay yine tutaydık ola mı?” deyüp üzerine çıkavardılar. Geyik zebun zebun kaçardı.
Dervişler, köyü görüncek geyik gaip oldu önlerinden.
İttiler; “Ol geyik degülmüş. Erenlerden bir kişi imiş. Bize ol bun gününde destigar oldu” dediler.
Dervişler, köye varıcak başlarından geçen hikayeti şerheylediler. Bir nice zamandan sonra Baba Haki, azmi Rum kıldı. Roma gelip Sultan Şucaeddin Baba’nın nazarına yetişti. Otuz nefer abdalla, ol gün Sultan’ın nazarına kırk ihtiyar kişi cemaatla gelmişti.
Her birinin nazannda on, yirmi, otuz abdal var idi. Sultan’ın nazarında otururlardı. Sultan Varlığı, her birinin başından geçeni vargeç edip oturdu. Baba Haki’nin yüzüne baktı. İtti; “Küçüğüm, sizler, pirlerin yemesine kast idüp durursuz”dedi. Baba Haki, fikre vamp itti; “Sultaııın hem bu rumuzu ne ola? dedi. Sultan Varlığı itti; “Siz ol Beriyye’de medetsiz kaip durdunuz. Pirler, size ol adada medet yetüşmüştür” dedi. “Geyik donuna girüp siz pirleri boğazla maya kastedüp ayağına ip taktınız. Pirler, elinizden boşanıp köye köye sizin içün kılavuzluk eyledi . Alın kuşağunuzı”deyüp Baba Haki’mn üzerine atıverdi.
Söyledikleri, başlarından geçen sergüzeşti Baba Haki insaf edüp itti; “Pizim dahi istedüğimiz bunun gibi erdür kim hem dünyada, hem ahir2ııe destegir ola” dedi. Ol dem kendüyi cemaatla Sultan’a teslim eyledi.
Ol demlerde Sultan Varlığı, ne kadar lokma gelse bu günü yarına komazdı. Makulet, aslında heman ol cemaata yetecek nesne var idi. Piriçten ve yağdan artık nesne yoğudu. Sultan Hazretlerinin Cömert derler bir aşçısı var idi. Olan pirinci pilav pişürdi.
Yağını eritirken döktü. Ayırıp yağa dahi çare olmayıp hacil oldu. Pes ol halinde Sultan erüşü geldi. İtti; “Küçüğüm, ne kadar yağrnız döküldü ise, ol pınardan o kadar su getürün” dedi. Yarup getürdüler. pilav üzerine kodular. Ol pilav bayağıdan dahi harboldu. Ol pınara Yağ Pınan denilmesine sebep h~ıdur vesselam.
Acem erenlerinden bir ihtiyar kişi var idi. Adına Baba Mecnun derler idi. İhtiyar derviş, birgün azm-i Rum kıldı. Gelüp diyar-ı Rum’a indi. Bir erin nazarına gelürdi. Hiç kimseden alınmazdı.
Kırk nefer abdalla gelip Sultan nazarına irişti. Sultan Varlığı, Çam-bahçesinde otururdu. Cemaat, Sultan’ı çevre almışlardı.
Padişah, binişan diliyle Konuk Defteriler edüp otururlardı. Baba Mecnun otururken bir keçi donuna girdi. Duru gelüp cemaatın üzerinde bir dolanıp yürüdü. Sultan Hazret, işaret eyledi; “şunun başına bir tas su koyun” dedi. Durup başına bir tas su koydular. Yine insan donunu buldu, yerine oturdu. Hiç kendinden nutuk gelmeyüp serseme oldu.
Pes Sultan, Yünlü Samut’a işaret eyledi “sor küçüğüm, şu kardaşçığa, insan don undan niçin hayvan donuna girdi, döndü?” dedi. Yünlü Samut itti; “Abdal, şu başından geçen kıssadan biliirsen? Donun insanın, niçün hayvan donuna girdin?” dedi.
Baba Mecnun eder; “Haiimce şöyle okuru yürürken bir gökçe oğlak oldum” dedi. Sultan, beni boğazlan dedi, emretti. Boğazlayıp deri-mi soydular. Başımı kesip şöyle bıraktılar. Karnımı yarıp bağırsaklarım çıkardılar. Sultan, buyurdu kim: Karnını, bağırsaklarrnı önce erüdün. Nesne kalmasın didi. Ayırdılar, temiz eylediler. Sultan, emir eyledi. Kazana koydular. Bir kazan pişürdüler. Emma, başımı degül, etümi ortaya getürüp yediler. Kemügümi bir yere getürüp cemi eyledi, yığdılar. Başumi getürüp üzerine kodular. Bir erkeç olup duru geldim. Pes, Sultan buyurdu: Başına bir tas su dökün dedi. Getürdüler, başıma döktüler. Keçi donundan insan donuna geldüm dedi. “İşte halim böyle oldu kim cevap virdim” dedi.
Ol öyle deyincek Sultan Varlığı itti; “Küçüğüm, senin kardaşın oldu kim, gördün şimden geru seni ol görneşinden kurtardılar” dedi.
Pes, Sultan’ın erliğine insaf getürüp elüne ayağına düştü. Kırk vücut abdal ile Sultan’a yarını teslim eyledi. Ondan üç gün önden Sultan kırk kere traş olmuştu. Bilmemişlerdi kim ne rumuzdu.
Ahir bu tahir olucak bildiler kim bu rumuzmuş vesselam.
Bir gün Sultan Varlığı, Çambahçesi’nde itti; “Küçüğüm, pirlerin şunda bir altın sikke kenigzi geçim dururdu. Hem bir altın maşrapa bir üzengimiz kalup dururdu. Gelin, varalım; açalım” dedi.
Pes durup şimdi Balpınarı olan yerin üzerine geldi. “İşte, pirl dedügi yer budur, kazın” dedi. İmdi gördüler kim bir taşlı kır. Ka lar, su aşırdı, çıktı. Dahi kazdılar, ol altın maşrapayı buldular. Alıp tan’ın nazarına geldiler. Sultan, itti; “Dahi kazın küçüğüm” dedi. 1 dılar, mahmuz ile üzengi çıktı. “Yine kazın” dedi, kazdılar. Bir göz su çıktı. Suyu bir tasa koyup Sultan’ıu nazarına geldiler. Alıp Sultan Varlığıı içti; “Küçüğüm bala benzer. Bunun adı Balpınarı olsun”dedi. Kim ki gelür bu sudan yunarsa pirler yüzü suyuna, dost divanı, cehennem azabından emin ola ol”dedi.
Pes Sultan, göçtükten sonra ol pınardan çıkmaz, gürler vesselam.
Demirtaş Bey oğlu Ali Çelebi, Sultan’ın ayette koçisi idi. “Piri, yadigarı bende yara şu, verin” deyu dervişlere hücum edip ellerin alırdı. Demirtaş Oğlu “Sultan pirim” dedüğüne sebep buydu kim gün İslam üzerine kafir geldi.
Beyler ittifak edüp üzerine vardılar, uğraştılar, Demirtaş Oğlu, dan ayrıldı, kafır içinde kaldı; “Medet ya Sultan Şucaeddin” dedi. arada Sultan yerişip anı yerinden kaptı. Anı, atı kaçıp giderken atı üzerine kodu. -
Mahfil kelam , küfiri feth edüp döndüler.Sultan’ın aşkı Demi Oğlu’nun gönlüne düştü. “Çüıı bu sultanımdan geçtim. Varayın tan ‘İn nazarında bir nemide girip hizmet ederim” dedi.
Makamına gelincek cemi hazinesini ve kullarını alıp Sultan’ın zarına geldi. İtti; “Sultanım, bir kulunuzu kulluğa kabul eyle. Nazaj da bir nemd evlerin” dedi. Nice niyaz eyledi. Sultan, izin verip “Küçüğüm, gedigin beklesen. Ol gedik de kabuldür. Zira pirler,ikindigözler” dedi. Pes, kendi dileği Sultan nazarında kabul olmaya dönüp yine kendi makamına geldi.
Bir gün otururken fikir eyledi kim, bin koyun çobanıyla bir heı yun altın akça, bir kös, bir kuru eğerli at diledi kim Sultan’ın nazarı götürdü. Gönlünden bu rumuzu tutar, der ki “Eğer bu illettiğim nesleri kabul ederse bizi dahi dünya ve ahiret kabul etmiştir” dedi.
Ol niyazıla Sultan’a geldi. Ol getirdiği atı çekti. Sultan itti; “Alın küçüğüm.” Dahi ardınca olköseyi çekti; “Alın küçüğüm” pirin oğlancıkları “hayhaylar” dedi. Ardından nice bin koyun çobanıyla çekti. Anı dahi “alın küçüğüm”dedi. Dahi ardınca ol bir hemayun akçeyi çekip Sultan, altını kabul eylemedi. İtti; “El edin küçüğüm, köpek yalağına dökün” dedi. Abdallar niyaz eylerdi kim, “inşallah Sultan bu akçeyi kabul eyler, yiyevüz” dirlerdi. Hele vamp köpek yalağına döktüler. Köpekler aşı yediler, altın akçe yalakta kaldı. Demirtaş Bey oğlu Ali Çelebi dahi el kavuşturup karşı dururdu kim” bu getirdiğim nesneleri yoluna kabul eyle” derdi.
Sultan itti; “Görün küçügüm, yalağa döktü ğünüz altun akçe nice oldu?” dedi. Vamp gördüler kim aşı köpekler yimiş, altun yalakta kalmış. Gelip Sultan nazarında anı ittiler. Sultan dahi “ya küçüğüm, it yimediğin biz nice yiyelim?”dedi. Pes Sultan, sağ ~yanına nazar itti bir taşa. Ol taştan binihaye altan akça kabında döne döne geldi. Sol yanına nazar itti. Yerden bir avuç toprak alıp sıktı. Avucunda altın akçe oldu. İtti; “Küçüğüm, pirlerin alıin akçeye takı yoktur” dedi.
Pes, Demirtaş Bey oğlu Ali Çelebi, ziyade niyaz eyledi. Sultan; “Kuçüğüm, kabul ittik’ dedi. Aldılar.
Andan sonra Ali Çelebi, kendi makamına geldi. Sultan’a daim gelir gider idi. Bir gün geldi, itti; “Devletli Sultanım, nazarınıza birkaç şehirler ve köyler vakıf edeyim. Sultan ‘ın aşkına yisinler” dedi. Nice kim hiya eyledi, kabul eylemedi. İtti; “Küçüğüm, pirlerin kimsenin nesnesine ihtiyacı yoktur” dedi. “Pirler, baş açık, yazın ayak oğlancıklar doğurup durur. Pirlerin anlar, can oğludur. Pirlerin ocağına onlar uyarur” dedi vesselam.
Yine bir gün Sultan Varlığı itti; “Dost divanında ödül kodular. Yetmiş bin binişan oğlanı yarışa saldılar. Hepsinden pirlerin atı ön geldi. Öndili, pirler aldı” dedi.
“Ol vaktin pirlerin, nasibin arturdular der. Elli yedi bin Rum adallarının derneği, pirlere verdiler. Nasiplerin pirlerden buyurdular. Nasibiniz pirlerdedir, küçüğüm. Talep eylen. Ayınız, gününüz yetirir, a hakkmntz. Ay gün hakkı için kuçüğüm. Pirler, kimsenin hakkın yimezlr. Tuşan bu gezeceğin girip pirler aşkına hora geçirir. Dost divani da pirler hakkını yitirmeye” dedi.
Pes ol demde Hünkar Hacı Bektaş abdallarından Yakup Abdaldı derlerdi. Sultan nazarına hizmet kılurdı. Bir nice vakittir durup ileri gel “Sultanım, biz kuluna himmet nazar eyle” dedi.
Sultan Varlığı, ol saat ana nazar eyledi. Ceyhun ve Şuruze olup Sı tan’ın nazarında samah durdu. Sultan dahi itti;“Küçüğüm, varsa Gez Bel’in yatak verdik” dedi. Ol, aradan sabah dura dura gitti.
Gittikten sonra Sultan Varlığı itti; «Varın küçüğüm, Yakup’a son vakitlerden ne vakittir?” dedi. Meğer kim dün içiydi.
Kırkkavak’a ardından yitiştiler. Eğülüp giderken sordular; “De vakitlerden ne ’akittir?” Yakup Baba, göğe bakıp itti;“Işte gün. 1 ninde binihan dinin” dedi. Abdallar, geri Sultan’ın nazarına geldil “Neylediniz küçüğüm?” dedi. İttiler; “Kırkkavak’ta (değirmen) ardından yettük. Sorduk, işte güneş öğle yerinde durur dedi” dediler. Sult Varlığı, defi etti; “Küçüğüm, aşık oldur ki gündtizü, gecesi bir ol dedi.