Teolojik Açıdan Cemevlerinin Durumu Üzerine
  • Alevilik

Teolojik Açıdan Cemevlerinin Durumu Üzerine

İslam teolojisi kavramının sınırlarına yapılacak bir yolculuk her türlü öznellikten uzak bir yolculuk olursa ortada tek bir teolojik kimliğin bulunmadığı görülecektir. Mezhepleşme süreci sonucunda İslam, birden fazla teolojik yapılanmayla karşı karşıya kalmıştır. Bu teolojik yapılanmaların en önemlileri Sünnilik, Şiilik ve Aleviliktir. Her üç teolojik yapı da kendi içinde kimi ekollere ayrılmış olmakla birlikte temelde kendi iç bünyelerinde asgari müştereklere sahip inançsal akımlar olarak varlıklarını sürdürmektedir.

Sünni, Şii ve Alevi teolojileri kimi simgesel ve inançsal benzerlik ve ortaklıklara karşın aslında bağımsız teolojiler haline gelmişlerdir. Dolayısıyla her hangi bir dinsel / inançsal konuya ilişkin islami bakış açısıyla sergilenecek bir görüşün İslamiliği, bağlı bulunulan mezhepsel teolojik yapıyla açıklanma ve anlaşılma mecburiyetindedir. Başka bir deyişle bir İslam teologunun görüşleri aslında bağlı bulunduğu mezhebin görüşleridir. Bundan dolayıdır ki, salt bir İslam olmadığı gibi salt bir İslami bakış da söz konusu değildir.

 

Örneklemek gerekirse; İslam'ın en temel inanç ögesi olan " Tanrı İtikadı " konusunda bile gerek Sünnilik, gerek Şiilik gerekse Alevilik çok derin farklılıklara sahiptir. Şöyle ki; Sünnilik ve Şiilik, Allah - Evren ayrımı, Evrenin Allah tarafından yoktan yaratılması ( Bu iki konu İslami ortodoksluğun temelleri arasındadır.) gibi ana konularda ortak inançlara sahip olmalarına karşın Tanrı'nın sıfatları konusunda çok derin görüş ayrılıkları içerisindedir. Bu ayrılıklar üç noktada öne çıkmaktadır. Şiiliğe (İmamiyye) göre Tanrı'nın sıfatları Zatının aynıdır. Sünniliğe göre ise Zatının ne aynı ne de gayrıdır; onlar Tanrı'nın kendisini nitelendirdiği sıfatlardır.

 

Şiiliğe göre Kur'an mahluktur. Sünnilik ise Kur'an'ın Tanrı'nın sözü/kelamı olduğunu; Tanrı'nın "kelam sıfatı"nın ise O'nun (Tanrı'nın) kıdemiyle kadim olduğunu ileri sürer. Başka bir deyişle Sünniliğe göre Tanrı'nın ezeli kelam sıfatı vardır; Şiiliğe göre ise Tanrı'nın böyle sıfatı yoktur. Yani Sünnilikte Tanrı, "kadimden beri Konuşan bir Tanrı" iken Şiilikte ise konuşmayan ve kutsal kitapları söyleyen değil yaratan bir Tanrıdır. Daha açık söylemek gerekirse Şiilikte Tanrı'nın kelamı / sözü kadim olmayıp sonradan yaratılan izafi / göreli bir kelamdır.

 

Yine Şiiliğe göre Tanrı ahirette inananlarca kesinlikle görülmeyecektir. Cennet halkına görüleceğini söyleyen kafirdir. Oysa Sünniliğe göre Tanrı ahirette inananlarca görülecektir.

 

Anlaşılacağı üzere Tanrı inancı konusunda bile Sünnilik ve Şiilik birbirlerini kafirlikle suçlayacak derecede farklı düşünmektedirler. O halde bu iki mezhebi diğer alanlardaki farklılıklara girmeden bile sırf Tanrı inancı konusunu temel alarak bağımsız teolojiler olarak nitelemek nesnel bir saptama biçiminde değerlendirilmek zorundadır.

 

Aleviliğin Tanrı inancı ise diğer iki İslam orijinli teolojik yapıdan çok daha farklıdır. Sünni ve Şii teolojinin benzeştiği Tanrı - Evren ayrımı, Tanrı'nın Evreni yoktan yaratması gibi iki ana konuda Alevilik tümüyle farklı bir inanca sahiptir. Alevilikte Tanrı - Evren ayrımı Vahdet-i Vücud inancıyla ortadan kalkmış, yoktan yaratan bir Tanrı inancı yerine Evreni kendi varlığından yani vardan var eden; böylece de pozitif bilimin, " hiçbir şey yoktan var olmamıştır ve var olan hiçbir şey de yok olmaz" ilkesiyle de uzlaşan bir Tanrı inancı vücud bulmuştur. Tarihsel süreç içerisinde yoğunlaşan Sünni ve Şii teolojinin baskısıyla Alevilikteki Tanrı - Evren birliği inancı zamanla ve zaman zaman " Evren Tanrı'nın tecellisi/yansımasıdır." noktasına taşınarak yumuşatılmıştır. Yine Alevilikte Evrendeki en önemli, bilinç sahibi ve merkezi bir varlık olarak insanın tanrısal bir mahiyetle ele alındığı ve " enelhak " sözünde varlık bulan bir yerinin olduğu da anımsanmalıdır.

Sünni Teoloji Açısından Cemevleri

 

Sünni İslam inancının uygulama yeri olan camilerde icra edilen dinsel ritüeller bu inancın teologları tarafından İslam'ın temel ve zorunlu ibadetleri olarak görülüp bu ibadetler dışında Tanrı'yı anmak, ona tapınmak için yapılacak her çeşit ritüel zorunlu olmayan ( nafile ) / tali ibadetler kapsamında değerlendirilmektedir. Zorunlu ibadetler yapılmadan yapılacak olan nafile ibadetlerin hiçbir geçerliliği yoktur. Nafile ibadetler ancak zorunlu ibadetler yapıldıktan sonra yapılırsa bir anlama sahiptir.

 

Sünni İslam inancına göre zorunlu (farz) ibadetler; günde Beş Vakit Namaz ve Cuma Namazlarıdır. Bayram Namazları ise Vacip (Hanefilerde) ve Sünnet (Şafiilerde) olarak görülmektedir. Bu ibadetler dışında yapılacak her türlü zikir, sema, semah vb. ritüeller hiçbir biçimde farz ibadetlerin yerini tutamaz. Dolayısıyla zorunlu olmayan ibadetlerin yapıldığı her türlü mekan da tali/ikincil ibadet mekanları olarak görülmektedir.

Sünni İslam teolojisine göre; Tanrı'yı anmak ve ona tapınmak demek olan ibadet (kulluk etme) için özel bir mekan tahsisi söz konusu değildir. Zira temiz olan her yerde ibadet edilebilir. Bu nedenle tüm yeryüzü ibadethanedir. Bu açıdan bakıldığında sorunun cami yada cemevi meselesi olmadığı da görülecektir. Asıl sorun ibadet biçimidir. İbadetin yapıldığı mekan değildir. Cem evlerinde cem icrası ile birlikte Sünni inancın öngördüğü biçimde namaz da kılınsa Sünni dinsel otoriteler cemevlerini camilerle eşdeğerde bir ibadethane olarak ilan etmekten inanılmaz bir sevinç duyacaklardır.

Sünni teologların (ilahiyatçıların) cemevlerini camiler gibi/camilerle eşdeğerde bir ibadethane olarak kabul etmeleri kendi teolojilerini tahrip anlamı taşımaktadır. Çünkü bu kabul yüzyıllardır savunulan inancın hilafına bir ibadet olmak bakımından cemi namaz ile aynı statüye yükseltme sonucunu doğuracaktır. Bu nedenle hiç bir Sünni teolog cemevlerini camilerle eşdeğerde genel bir ibadethane olarak kabul edemez. O halde hiçbir Alevi, Sünni teologlardan böyle bir beklenti içerisinde olmamalıdır.

Onlara göre Alevilik, İslam orijinli kültürel ve folklorik bir yapıdan başka bir şey değildir. Bu nedenle Sünni teologlar, Aleviliği Nakşilik, Kadirilik gibi bir tarikat düzeyine indirgemeye çalışmaktadırlar. Oysa söze konu bu tarikatların ibadet anlayışları Alevilerin ibadet anlayışlarıyla hiç bir biçimde uyuşmamaktadır. Nakşiler de Kadiriler de kendi zikir törenlerini ikincil ibadetler olarak görmekte asli, zorunlu (farz) ibadetin namaz olduğunu savunmaktadırlar. Aleviler ise asli ibadet olarak namazı değil cemi kabul etmektedirler. Bu nedenle Aleviliği, tasavvufi mahiyetini istismar ederek bir tarkiat düzeyine indirgemeye çalışmak bilimsel tutarlılık ve geçerlilikten uzaktır.

 

Sünni literatürde cami sözcüğü yerine daha genel olarak mescid sözcüğü kullanılmaktadır. Nitekim Kur'an'da da bu ifade geçmektedir. Kur'an'da " mescid " ifadesinin geçtiği ayetler şunlardır:

 

Bakara, 114, 187. Araf, 31. Enfal, 34. Tevbe, 7, 17, 19, 28, 107, 108. Hac, 25, 40.Fetih, 25,27. İsra, 1, 7. Cin, 18.

 

Mescid sözü Arapça'da "secde edilen yer " anlamına gelmektedir. Kur'an'da ibadethanelerin " secde edilen yer " olarak adlandırılması gerçekte ibadetten neyin anlaşılması gerektiğini de ortaya koymaktadır. Bu bağlamda denilebilir ki, Kur'an'a göre ibadet, secde etmektir. Alevilerin cemi de bu açıdan değerlendirilmek zorundadır. Cem diğer pek çok unsuruyla birlikte aslında bir secde etkinliğidir. Cem ayinlerine katılanlar yada cemi izleme olanağı bulanlar bunu göreceklerdir. Lakin Sünni teoloji Kur'an'ın bu açık ifadesine karşın ibadeti sadece secde olarak görmemektedir. Belli şekil ve kalıplara dökülmüş, belli vakitlere bağlanmış bilinen ve adına namaz denilen ritüeli temel ve zorunlu (farz) ibadet olarak benimseme ısrarını sürdürmektedir.

Şii Teoloji Açısından Cemevleri

Şiilik, ilk bakışta Alevilikle pek çok ortak noktaya sahip gibi görünmekle birlikte gerçekte bu durum tümüyle yüzeysel ve simgeseldir. İmam Ali ve 12 İmamlar, Ehlibeyt ve Kerbela kültünün yüzeysel ve simgesel benzerliği haricinde hiçbir bakımdan Alevilikle uyuşmayan Şii teolojisinin cemevlerine bakışı Sünni teolojiden çok da farklı değildir. Ancak şurası var ki; Şiiler, Alevilerle aralarındaki yüzeysel ve simgesel kimi kültürel ve inançsal benzerlikleri kullanarak onları devşirme hedefleri paralelinde cemevlerine karşı zaman zaman daha sıcak sözler söyleseler bile gerçekte onlar da soruna ibadet anlayışı açısından bakmaktadırlar.

 

Şii teoloji de cemevlerinde icra edilen ritüelleri temel ve zorunlu ibadetler kapsamında görmemektedir. Onlara göre de temel ve zorunlu ibadet namazdır. Cem ibadeti hiçbir biçimde namazın yerini tutamayacağı için cemevleri de camilerle eşdeğer bir ibadethane olarak kabul edilemez. Cem ve cemde icra edilen her türlü ritüel (zikir , semah, deyiş vb.) Tanrı'yı anmak bakımından ibadet olarak görülmekle birlikte İslam'ın temel ibadet biçimi olan namazdaki şekil ve vakit şartlarına uymadığından kültürel ve folklorik bir etkinlik olmanın ötesinde hiçbir anlama sahip değildir.

 

İbadet anlayışı bakımından Şiilikle Sünniliğin birbirlerine daha yakın oldukları ortadadır. Günde Beş Vakit Namaz (Şiiler üç vakte cemederler/toplarlar, fiilen üç vakte indirmiş olurlar.), Cuma Namazı, Bayram Namazları, Ramazan Orucu gibi konularda çok küçük ayrıntılar haricinde tümüyle aynı görüştedirler. Şiilerle Sünniler arasında namazın kılınışıyla ilgili kimi küçük şekil farklılıkları mevcut olmakla birlikte kıyam, rukü, secde ve Arapça Kur'an okuma gibi konularda tümüyle bir ittifak hali söz konusudur. İbadet anlayışı bakımından bu denli benzer görüşlere sahip olan Sünnilik ve Şiiliğin cemevlerine bakış konusunda da son derece benzer bir yaklaşım içerisinde bulunmaları doğaldır.

 

Cemevlerinde icra edilen semahın, zikrin, müziğin, kadın erkek bir arada bulunmanın, insanların kıbleye dönmek yerine birbirlerine dönerek secde etmelerinin Sünnilikten de Şiilikten de onay alması imkansız denecek derecede zordur. Bu konuda gerek Sünni gerekse Şii teologlar tarafından Alevilere ve onların ibadetlerine yönelik olarak yapılan kimi göreli müsamahakar açıklamaların içtenlikten uzak olduğunu belirtmek durumundayız. Bu açıklamalardaki göreli müsamahakarlık Alevileri devşirme amaçlıdır. Yetkin bir Alevinin bu türden açıklamalara itibar etmemesi gerekmektedir.

Alevi Teolojisi Açısından Cemevleri

 

Cemevleri Alevilerin ibadet yeridir. Cemevi sözcüğü Türkçe'dir. Cem ve ev sözcüklerinin birleşiminden oluşan cemevi tabiri, cem ibadetinin yürütüldüğü bir mekan olarak Alevi literatürünün temel terimlerinden biridir. Cemevi sözcüğündeki cem sözcüğü Arapça orijinli olup bir araya gelme, toplanma anlamını taşımaktadır.

 

Cemevleri Aleviler var olduğundan bu yana vardır. Aleviliğin temel ibadeti olan cemin yürütüldüğü her yer bir cemevidir. Dahası cemin en önemli ritüeli olan secdenin icra edildiği her yer cemevi olarak görülmelidir. Geçmişte tasavvufi mekanlar olan dergahlarda cem odalarının/cem evlerinin bulunduğu bilinmektedir. Yüzlerce yıldan beri Alevi / Bektaşi dergahlarının tümünde cemevi ( Cemevine, meydan evi, cemaat evi, yol evi denilmektedir.) bulunmaktadır. Bu nedenle cemevlerinin kentleşmeyle birlikte ihdas edilmiş, tarihsel kökü bulunmayan yapay mekanlar olarak nitelenmesi gerçek dışıdır.

 

Geçmişte dergahların ciddi bir şekilde hakikat mekanı ile beraber gerek ilim,irfan tasaauf sırrı ile birlikte olayın gerçeği evliyaların bulunduğu dergah makamdır.Birçoğu sır olup sahiplerini ve mekanlarını terk ettiler çok az sayıda evliyaların bulunduğu makam olan dergahlarımız örnek;Baba Mansur Kur Hüseyin Dergahı gibi dergahlarımız dışında cem evleri dergah değil ibadet hanedir ulvi ibadet mekanımızdır, dergah değildir. Alevi köylerinde cemlerin köydeki en uygun ve büyük bir evde yapıldığı ve bu evlerin cem evi olarak adlandırıldığı bilinmektedir. Kentleşmeyle birlikte zorunlu olarak müstakil cemevleri inşa edilmiş ve sayıları da doğal olarak hızla artmıştır. Bu bağlamda özellikle günümüz koşullarında cemevlerini tekke ve dergah kapsamında değerlendirmek ve böylece cemevi inşa etmeyi Tekke ve Zaviyelerin Kapatılması Kanununa muhalefet etmek biçiminde nitelemek hiçbir yasal ve hukuki dayanağa sahip değildir.

 

Alevi teolojisi açısından ilk cem " Kırklar Cemi" dir. Kırklar Ceminin yürütüldüğü mekan da ilk cemevidir. Bu cem, başta Hz. Muhammed ve İmam Ali önderliğindeki kırk ulu kişi tarafından icra edilmiştir. Kırklar Cemi, Alevi teolojisinin temelidir. Semah ve zikir, kadın erkek bir arada ilk kez bu cemde bizzat Hz. Muhammed ve İmam Ali önderliğinde gerçekleştirilmiştir. Kuşkusuz bu inancın en önemli kaynaklarından biri Alevi önderlerince deruni bir sezgiyle söylenen nefes ve deyişlerdir.

 

Alevi inancına göre Hz. Muhammed Miraç'ta Tanrı'dan Sünni ve Şii teologların iddiasının tersine namazı değil semah ve zikri ibadet olarak almıştır. Semah ve zikir yani bütünüyle cem ibadeti Alevi teolojisine göre birincil ve temel ibadet biçimidir. Bu nedenle Sünni ve Şii teolojisindeki namazın cem ibadetinin yerini tutması mümkün değildir. O halde camiler, Aleviler için hiçbir biçimde bir ibadethane olarak kabul edilemez. Camiler Sünni ve Şii Müslümanların ibadet yeri olarak elbetteki saygıya değerdir. Ancak camilerin bir ibadethane olarak Alevilere zorla dayatılmaya çalışılması kabulü imkan dahilinde bulunmayan insafsız bir baskıdan ibarettir. Bu arada Sünni ve Şiilerin de camilerinin ayrı olduğunu belirtmeliyiz. İstisnai ve ferdi tutumlar dışında Sünnilerin camilerinde Şiiler, Şiilerin camilerinde de Sünniler namaz kılmaz.

 

Aleviler için camiler neden bir ibadethane olamaz?

 

Çünkü; camilerde cem yürütülemez.

 

Kadın erkek bir arada ibadet edilemez.

 

Saz, bağlama çalınıp deyiş ve nefes söylenilemez.

 

Kadın, erkek bir arada coşkunluk içerisinde semah dönülemez.

 

Camide yapılan ibadet biçimi olarak namaz Alevilerin ibadet biçimi değildir.

 

O halde namazı kendisi için bir ibadet olarak görmeyen ve kabul etmeyen Alevilere ibadethane olarak camilerin adres gösterilmesi yalnış ve cehalet yada asimilasyon çabasından başka bir şey değildir.